Etrafını görünür ve görünmez
sınırlarla örmeye çalışan Avrupa, tüm zenginliğine ve askerî üstünlüğüne rağmen
bir mengene arasına sıkışmış gibi, iki yandan masif bir baskı altında. Bir
tarafta savaştan kaçan Afganistanlı, Pakistanlı ve Suriyeli mültecilerin yanı
sıra Kuzey Afrika, özellikle Libya üzerinden Avrupa’ya gelmeye hazırlanan
Eriteya, Etopya, Güney Sudan, Merkez Afrika Cumhuriyeti, Nijerya ve Somali’deki
yoksulların göç tehdidi artarak sürerken, diğer tarafta da ekonomik ve malî
krizlerin kara bulutları Avrupa üzerinde toplanmaya başlıyorlar.
Avrupa’nın egemen sınıfları
kendi yol açtıkları sorunlara çare bulmakta giderek zorlanıyorlar. Bugünlerde
burjuva medyasının ekonomi sayfalarına göz atabilenler, sermaye kesimleri
arasında kaygının arttığını fark edebilirler - her ne kadar malî piyasaların
düzensizleştirilmesi, emeklilik sigortalarının özelleştirilmesi, devlet
giderlerinde – özellikle yatırımlar ve sosyal kalemlerde – kesintilere
gidilmesi sonucunda, talebin ve özel sektörün yatırımlarının da azalmasıyla
birlikte malî piyasalara sel gibi para akıyor olsa da.
Avrupa Merkez Bankası, deyim
yerindeyse »hastalığı iyileştirmek« için bir yanda ucuz para politikasını ilaç
niyetine kullanıyor, ama diğer yandan da devlet giderlerinin, ücretlerin ve
emeklilik maaşlarının düşürülmesi üzerinden »hastaya« kan kaybettiriyor. Merkez
Bankasının dağıttığı ucuz para reel sektöre ulaşamadan, doğrudan zenginlerin
daha da zenginleşeceği kanallara akıyor.
Özel bankalar, Merkez
Bankasının sıfır faizle verdiği paraları, tüketiciye aynı şekilde düşük faizle
vermiyor. Bu da talebin gerilemesine neden oluyor. Diğer yandan mevduatlara da
neredeyse sıfır faiz ödendiğinden, sermaye sahipleri uluslararası malî piyasalara
yöneliyor, emekçiler ise tasarruf olanaklarını kaybediyor.
Egemen sınıflar geleceği
kesin, ama tarihi henüz belli olmayan malî krize karşı yeni önlemler almaya
çalışıyorlar. Bunun için kullanılan araç ise, her derde deva »terör
tehdidinden« başka bir şey değil. Şimdi »terörün finansman kaynaklarını
kurutmak« gerekçesiyle uzun vadede nakit paranın kullanımdan kaldırılması
tartışmaya sokuldu. Bu tartışmaya gerekçe olarak ayrıca »organize suçları ve
kara para trafiğini engellemek« ve »yastık altında atıl duran paraları üretken
hâle getirmek« gerekçeleri de kullanılıyor.
Halkı nakit para kullanmaktan
vazgeçirmek halka, bilhassa emekçilere ve yoksullara hiç bir faydası olmayacak.
Aksine tüketim vergilerinin artırılmasına, mevduatlarına eksi faiz uygulanmasına,
saydam insanlara dönüştürülmelerine karşı yapabilecekleri pek bir şey
kalmayacak. Zenginler ise bunlardan çok daha az etkilenecek. »Panama kâğıtları«
örneğinde görüldüğü gibi, servetlerini kamu elinin uzanamayacağı yerlere taşıma
fırsatları var olmaya devam edecek. Uluslararası sermaye, dijitalleşen para
trafiğinin nimetlerinden daha fazla yararlanacak, saniyeler içerisinde
milyarlık servetleri şimdi yapabildikleri gibi, hesaptan hesaba aktarmaya devam
edebilecekler. Sonuçta devlet burjuvazinin devleti olduğu müddetçe, mengene
arasında sıkıştırılanlar, limon gibi suyu çıkarılanlar emekçi halklar olacak.