Almanya işçi
hareketinde yaygın bir deyiş vardır: »Salam taktiği«. Bu metaforla sermayenin
ve siyasî temsilciliğinin sendikal mücadeleler ile elde edilen kazanımları fark
edilemeyecek şekilde dilim dilim geri alması kastedilmektedir. »Bir dilimden
bir şey olmaz« yaklaşımını gösterenlerin belirli bir zaman sonra »salamdan«
geriye hiç bir şeyin kalmamasına şaşırmamaları da ima edilir. Sermaye bu
şekilde uzun vadeli ve istikrarlı bir şekilde çıkarlarını kollayan adımlar atmaktadır.
»Salam taktiğinin«
günümüzün siyasî pratiğinde egemen sınıflarca nasıl kullanıldığını gösteren
sayısız örnek var. Bugün »Macar salamı«, yani Macaristan örneğini ele alalım:
Milliyetçi-muhafazakâr Viktor Orbán hükümeti yeni bütçe yasasını parlamentodan
geçirerek, »salamdan« hayli kalın bir dilim daha aldı. Hükümet bu yasaya göre
parlamentodan onay almadan kendi kararıyla, »istediği an, istediği bütçe
kalemlerini değiştirebilecek«. Bu durumda parlamenter ve toplumsal muhalefetin
hiç bir siyasî olanağı kalmayacak. Parlamento işlevini yitirmiş sayılır.
Ancak Orbán
hükümeti bununla da yetinmeyeceğini ilân etti bile, çünkü daha büyük dilimler
kesebilmek için yasa »bıçağını« iyice bilemeye başladı: »Olağanüstü Terör Hâli
Yasası« ile! Hükümet, hazırladığı yasa ile »terör« gerekçesiyle geniş
yetkilerle donatılmış Kanun Hükmünde Kararnameler çıkarma hakkını elde etmek
istiyor. Süresiz sıkıyönetim ilânından başka bir şey olmayan bu yasa tasarısına
göre, hükümetçe tespit edilen bir »terör tehdidi« durumunda 60 gün boyunca tüm
temel hak ve özgürlükler rafa kaldırılacak, basın ve iletişim »ulusal güvenlik«
kontrolü altına alınacak ve yasama-yargı-yürütme hükümet elinde toplanacak. Hoş
bu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için yabancı bir mesele değil, ama
bahsettiğimiz ülke bir »muz cumhuriyeti« değil, Avrupa Birliği’nin üyesi bir
ülke.
Daha önce Polonya
örneğini vermiştik. Orada da benzer bir gelişme yaşanmakta ve milliyetçi-gerici
bir hükümet burjuva demokrasisini ortadan kaldırmaya çalışmakta. Polonya ve
Macaristan, ki tarihsel olarak gerici burjuva milliyetçiliğinin örnek
ülkeleridir, AB’nin gelecekte nasıl şekilleneceğine dair iyi bilgi vermektedirler:
Göstermelik demokrasicilik oyunundan başka hiç bir işlevi olmayan
parlamentolarıyla neoliberal güvenlik rejimlerinin istibdadı altına sokulan,
her türlü direnişin »terör eylemi« olarak yaftalanmasıyla temel hak ve
özgürlüklerin ortadan kaldırılacağı ve burjuvazinin açık sınıf diktatörlüğünü
kuracağı bir coğrafya olacak.
Bu resim kimilerine
abartılı gelebilir, ancak tüm AB içindeki gelişmeler buna işaret ediyor. Bu,
emperyalist güçlerin artan saldırganlığının bir sonucu ve elbette refah
toplumlarının »güvenlik« için özgürlüklerinden vazgeçmelerinin. »Güvenlik« için
özgürlüklerinden feragat edenlerin, güvenliklerini ve özgürlüklerini
kaybedeceklerinin teyididir aslında bu. Yeri geldiğinde parlamenter
demokrasiciliğe secde eden, ama otoriter uygulamalar karşısında şaşkına düşen
liberal hayalperestlere anımsatalım: Burjuvaziye güvenen, her şeyini
kaybedebilir. İnsanlığın kurtuluşu, ezilen ve sömürülenlerin kurtuluşu ile
olanaklı olacaktır. Bu kadar basit!