Avrupa’daki burjuva medyasının
baş gündemi Türkiye olmaya devam ediyor. 15 Temmuz darbe girişiminden ve
ardından başlatılan süreçten bu yana istisnasız tüm medya araçları Türkiye’deki
gelişmeleri sürekli manşetten vermekte, okur yorumlarını genişçe yayımlamakta
ve özellikle internette dikkat çeken analizleri sayfalarına taşımaktalar. Temel
tandansın Türkiye’deki otoriter uygulamalardan duyulan derin kaygılar olduğu ve
kamuoyu algısına bu şekilde »uzak durulması gereken bir Türkiye« resminin
yerleştirildiği söylenebilir.
Burjuva medyasında yer alan
Türkiye haberlerinin genellikle AB’nin ve öncü AB üyesi ülkelerin
hükümetlerinin Türkiye politikalarını destekler nitelikte olduğu ve Avrupa
kamuoyunda yaygın bir şekilde yerleşik olan önyargıları da beslediği vurgulanmalı.
Örneğin AKP’nin yurt dışı örgütü olan UETD’nin 31 Temmuz 2016’da Köln kentinde
gerçekleştirdiği miting, burjuva medyası tarafından, AKP hükümetini
eleştirmenin yanı sıra, göçmen ve mülteci politikalarındaki sertleştirmeleri
desteklemek için araçsallaştırıldığı görülmekte. Muhafazakâr Alman gazetesi
FAZ, Köln mitingine katılan Erdoğan taraftarlarını »Ankara’nın beşinci kolu«
olarak nitelendirerek, F. Almanya’da tartışmalı olan »çifte vatandaşlık«
uygulamasına karşı olan pozisyonları desteklemek ve göçmen politikalarındaki
liberal yaklaşımları yermek için kullanıyor. Görüldüğü kadarıyla bu »Türkiye
karşıtı« (aslında »Erdoğan karşıtı«) haber trendi önümüzdeki haftalarda
hızlanacak – elbette Türkiye’de olası bir demokratikleşme sürecini desteklemek
amacıyla değil. Bu açıdan Avrupa’da nasıl bir Türkiye algısı oluştuğunu
irdelemek için salt burjuva medyasının haberleri ve yorumlarıyla yetinmek
yeterli olmayacak. Türkiye’ye yönelik bakışın asıl arka planını görebilmek için
hükümetlerin uygulamalarına ve hükümetlere yakın araştırma kuruluşlarının
değerlendirmelerine bakmak yararlı olur.
Aslında AKP’nin iktidara geldiği
2002’den sonra uzun bir süre Türkiye »İslam dünyasına örnek olabilecek bir
ülke« olarak gösteriliyor, AKP’nin »İslam’ı parlamenter demokrasiyle uyumlu
hâle getirip, refah düzeyini artıran« bir siyasî formasyon olduğu
vurgulanıyordu. Burjuva medyası »Türk iktisat mucizesi« başlığıyla birinci
sayfalardan AKP’nin »ekonomik reformları başarıyla uyguladığını« bildiriyor,
Avrupa kamuoyunda olumlu bir algı gelişiyordu. Ancak Türkiye’nin zikzaklı dış
politikası, Ortadoğu’da emperyalist güçlerin uzun vadeli çıkarlarını zedeleyen
girişimleri, kapitalist rekabete başkanlık sistemi ile devlet müdahalesini
yerleştirme çabası, sözde »barış sürecini« bitirerek, kirli savaş metotlarına
yeniden başvurması ve emperyalizm için yaşamsal olan »istikrarı« tehlikeye
düşürmesiyle birlikte bu algı hızla değişmeye başladı.
Nitekim 17-25 Aralık süreci,
Ortadoğu’daki gelişmeler, Rojava’nın başarılı savunması, Kürdistan kentlerinin
yerle bir edilmesi, antidemokratik uygulamalar, mülteci kitlelerinin »şartlı
rehin« olarak kullanılması ve AKP’nin siyasî gerçekleri kibirli ve mezhepçi
bakışla değerlendirmesi, AKP rejimi ve AB arasındaki gerilimlerin artmasına
neden oldu. 15 Temmuz ve ardıl süreci ise, emperyalist dayatmaları güçlendiren
bir olgu olarak ele alınmaya başlandı.
Avrupa’daki emperyalist
ülkelerin, ABD ile birlikte, 15 Temmuz ve ardıl sürecinin emperyalist cephedeki
çıkar çelişkilerinin ve bu cephede sürdürülen strateji değişikliği
çatışmalarının bir sonucu olarak değerlendirdiklerini, darbe girişiminin faali
olarak gösterilen Gülen hareketine yönelik yaklaşımlarından okumak olanaklı. F.
Alman Şansölyesi bütçesinden finanse edilen ve genellikle F. Alman devletinin
dış politik aklının tercümanı olarak kabul edilen »Politika ve Bilim
Vakfı-SWP«, darbe girişimi sonrasında yaptığı bir analizde, »AKP hükümetinin
ABD’nin Gülen’i iade etmek için istediği kanıtları göstermesi, girişimin
ardındaki güçlerin ortaya çıkartılması için bir fırsat olacaktır. Ancak ordunun
ve hükümetin kartlarını bu kadar açıp açmayacakları belli değil« tespitini
yaparak, darbe girişiminin ardındaki asıl gücün Gülen hareketi olmadığını
imasını yapıyor.
Gerçekten de SWP’nin NATO ile
ilgili olarak yaptığı analizleri okuduğumuzda, emperyalist güçler arasında
Ortadoğu politikaları konusunda ciddi tartışmaların olduğunu ve hesaplaşmaların
velayet savaşları gibi, Türkiye üzerinden gerçekleştirilmeye çalışıldığını
görmemek mümkün değil. Öyle ya da böyle; Avrupalı emperyalistler burjuva
medyası üzerinden AKP rejimi üzerinde kamuoyu baskısını artırarak, uzlaşı
arayışında olan rejime koşullarını dayatmaya ve stratejik partnerliğin
yenilenmesi için kendi koşullarını kabul ettirmeye çalıştıkları söylenebilir.
Emperyalistleri ne OHAL, ne de antidemokratik uygulamalar rahatsız
etmemektedir. Aslolan kendi çıkarlarıdır ve halihazırda »istikrar« sağlanmasını
istemektedirler. FAZ’de yer alan bir yorum, istenilene tercüman olmuş: »Türkiye
karar vericileri, darbe girişimini geniş tabanlı bir yönetimle demokratikleşme
için fırsat olarak kullanmalıdır«. Yarın öbür gün bir AKP-CHP-MHP Geçici
Hükümeti görürsek, şaşırmamalıyız.