7 Ağu 2011

Hiroşima

Tam 66 yıl önce, yani 6 Ağustos 1945’de ABD hava kuvvetleri Hiroşima’ya attıkları ilk atom bombası ile nükleer çılgınlık çağını başlatmışlardı. 9 Ağustos 1945’de de Nagasaki’ye atom bombası atmış ve her iki kentte yüzbinden fazla insanın yaşamını yitirmesine neden olmuşlardı. Bombardımanların ardından oluşan nükleer zehir ise bugüne kadar toplam 400 bin insanın yaşamına mal oldu.

Aradan geçen 66 yıl insanlığı akıllandıracağı yerde, daha büyük felaket tehditlerinin altına soktu. Çünkü günümüzün nükleer gerçekliği, Hiroşima ve Nagasaki’yi gölge altında bırakacak düzeyde.

Merkezi Stockholm’de olan Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü SIPRI’nin verilerine göre, ABD, Britanya, Çin, Fransa, Hindistan, Israil, Kuzey Kore, Pakistan ve Rusya 20.500’den fazla nükleer başlığa sahipler. Beşbinden fazlası hemen kullanılabilecek seviyedeyken, yaklaşık ikibin başlık »stratejik kullanıma hazır« tutulmakta. Sadece bunlar yeryüzündeki yaşamı bir kaç kez yok etme potansiyeline sahip.

Geçen yıl Aralık’ta Lizbon’da yapılan NATO Zirvesi, kabul ettiği stratejik belgesinde NATO’nun »ilk vuruş opsiyonunu« devam ettirmesine karar vermişti. Uluslararası Den Haag Mahkemesi 1996 yılında »nükleer silaha sahip olunması ve kullanılması uluslarası hukuka aykırıdır« kararını almasına rağmen, başta ABD ve NATO olmak üzere, Rusya ve Fransa gibi ülkeler nükleer silahlardan vazgeçmiyor.

Aynı şekilde 2010 Mayıs’ında ABD ile Rusya arasında imzalanan ve nükleer silahların azaltılmasını öngören START Antlaşması da gerçek bir çözüm olmaktan uzak. Çünkü antlaşmanın 6. Maddesinde açıkça belirtilmesine rağmen her iki ülke de nükleer cephanelerini azaltmaktan kaçınıyorlar. Azaltmak bir yana, silahlarını sürekli modernize ediyorlar. Seçildiğinde büyük vaadlerde bulunan ve 2009 Nisan’ında yaptığı bir konuşma ile nükleer silahlanmaya karşı »mücadele vereceğini« açıklayan ABD başkanı Obama nükleer tehdidi gidermek bir yana, daha da artmasını sağlayan politikalara imza atıyor.

SIPRI, dünya çapındaki silahlanma giderlerinin 1,63 Bilyon Dolar’a çıktığını tespit etmiş. Kendi sınırları içerisindeki nükleer santrallerin kullanım süresini azaltmak isteyen Almanya, silahlanma giderlerinin artmasından en fazla kâr yapan ülkelerden birisi. Alman silah tekellerinin kârı 2010 yılında 2009’nazaran yüzde 25 artış sağlamış. Almanya diğer yandan da dünya çapında en fazla nükleer santral satan ülke konumunda.

Öyle görülüyor ki 2011 Mart’ında Fukushima’da meydana gelen nükleer felaket te insanlığı akıllandıramamış. Sermaye, nükleer enerjinin taşıdığı akıl almaz tehdit potansiyeline rağmen salt kâr amacıyla hâlen atom çekirdeğinden faydalanmaya çalışıyor. Dahası, enerji kaynaklarına, piyasalara ve hammaddelere serbest ulaşım için dünya çapında savaşları körüklemeye devam ediyor.

Doğu Afrika’da yaşanan açlık dramının bugünlerde televizyon ekranlarında görünen resimleri, bu politikaların ne denli feci sonuçlara yol açtığını göstermekte. Nükleer çılgınlık ve sınırsız kâr hırsı insanlığı tehdit eden en büyük tehlikeler olarak varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar. Bu tehlikeler, nükleer silahlar, nükleer santraller ve savaşlar olarak somut biçim almış durumdalar.

Hiroşima ve Nagasaki, Çernobil ve Fukushima, dünyanın nasıl bir cehenneme dönüşebileceğini kanıtladılar. Insanlığa karşı işlenen suç kategorisinde görülmesi gereken ilk atom bombasının atılmasının 66. yılında bu gerçeği anımsamak, sivil olsun, askerî olsun, nükleer enerji kullanımına karşı çıkmak günümüzün en ivedi görevleri arasındadır. Bulutların insan öldürmesini istemiyorsak eğer, nükleere de, savaşa da hayır demeli, bu uğurda her yerde mücadele etmeliyiz.