12 Ağu 2011

Sefillerin başkaldırısı

Britanya’da başlayan olaylar ve televizyonlara yansıyan görüntüler, salt skandal gazetecilerinin değil, neoliberal elitlerin de iştahını kabartmış gibi. Bugünlerde Avrupa medyasını okuyanlar, polis ve orduya özel yetkiler verilmesinden, idam sephalarının kurulmasına kadar sayısız »öneri« okuyabilir.

Ütoya Katliamı’ndan sonra köşelerine çekilen sağ popülistlere gün doğdu. Muhafazakârından, sosyaldemokratına, egemen bütün partiler sağ popülizmin söylemini parlamentolara ve kamuoyuna taşıyorlar.

Avrupa solu ise talanların ve kundaklamaların »meşru direniş biçimi« olup olmadığını tartışıyor.

Britanya’da bu olayların patlak vereceğini görmek için kâhin olmaya gerek yoktu. Thatcher Dönemi’nden beri mütemadiyen uygulanan politikalar, »ne zaman sosyal patlama olacak« diye sorduruyordu zaten. Sonucunda da bir kıvılcım sokakları yangın yerine çevirmeye yetti.

Olayların arka planına baktığımızda, neoliberal yıkım politikalarının ve Avrupa’nın militaristleştirilmesinin asıl neden olduğunu görebiliriz. Perşembe günü ajanslara düşen bir araştırma haberi bu politikaların sonuçlarının 15 – 24 yaş grubu için ne anlama geldiğini gösteriyor.

Araştırmaya göre Avrupa ortalamasında gençlerin yüzde 20,5’i işsizlik kıskacında. Örnek bir sıralama yaparsak bu oran İspanya’da % 45,7; Yunanistan’da % 38,5; İtalya’da % 27,8; Fransa’da % 22,8; Britanya’da % 19,6 ve Almanya’da % 9,1.

Araştırmanın diğer çarpıcı yönü ise, istihdam edilenlerin yaklaşık yüzde 40’ının güvencesiz işlerde çalıştırılmaları ve yoksulluktan kurtulamadıkları. Bu sonuçları Avrupa metropollerinin göçmen ve yoksul oranının yüksek olduğu semtlerindeki sosyal ihtilaflarla, sosyal adaletsizliğe uğrama hissinin yaygınlaşmasıyla, perspektifsizlikle ve polisin gündelik ırkçılığı ile birlikte ele alırsanız, olayların çıkmaması için hiç bir nedenin kalmadığı sonucuna varırsınız.

Egemenlerin olaylara verdiği yanıta baktığımızda ise, olayların Avrupa çapında otoriter iç düzen kurmak için gerekçe hâline getirildiğini görebiliriz. Örneğin Britanya hükümeti tüm demokratik hukuk devleti kurallarını rafa kaldırarak, olaylara karışanları bir kaç saat bile sürmeyen muhakeme sonucunda hapis cezalarına çarptırıyor. Parlamento ise bir dilekçe üzerine idam cezasının yeniden uygulanması konusunu görüşecek. Bununla birlikte, polis devletini kurumsallaştıracak yasa tasarıları hazırlanıyor.

Görüldüğü kadarıyla sefillerin başkaldırısı egemenleri hem korkutmuş, hem de sevindirmiş durumda. Bankaların küresel çapta gerçekleştirdikleri gaspı, yoksullar küçük çapta yapmaya kalkışınca etekleri tutuşuyor elbette. Ama, aynı zamanda da, önceden yaratılmış korku toplumu kullanılarak, otoriter yönetim biçimlerini kalıcılaştırmak için ellerine fırsat geçtiğini düşünüyorlar.

Peki, Avrupa solu ne yapıyor? Daha önceleri »Britanya’daki iş yerleri Britanyalılara« başlığı altında yapılan spontane grevlere anlayışla bakan sendikalar, şimdi sessiz. Politik sol ise, aynı Paris banliyöleri yandığında yaptığı gibi, »ama, şiddet kullanarak da olmaz ki« modunda ve protestoların »politik önderi« olmadığından şikayetçi.

Halbuki sorun protestocuların politik »önderden« yoksun olması değil. Asıl sorun, Britanya solunun neden yıllardır artmakta olan toplumsal hoşnutsuzluğu politize edemediğidir. Bu açıdan olayların, sadece kapitalizmin krizine değil, Avrupa solunun da basiretsizliğine işaret ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Tavsiye ederim, 11 Ağustos tarihli Özgür Gündem’de Metin Yeğin’inkiyle (http://www.ozgur-gundem.com/index.php?haberID=17830&haberBaslik=Zenginler%20bizi%20a%C3%A7%20b%C4%B1rakmay%C4%B1n,%20sizi%20yeriz!&action=haber_detay&module=nuce&authorName=Metin%20YE%C4%9E%C4%B0N&authorID=134), sendika.org’da Yüksel Akkaya’nın (http://sendika.org) yazılarını okuyun. Duygularıma tam tercüman olmuşlar.