Yıllar önce Hessen eyaletinin kardeş bölgesi olan Emilia Romagna’nın başkenti Bologna’yı ziyaret eden bir hükümet delegasyonunda yer almıştım. Açıkçası delegasyon üyeliğini »Kızıl Bologna«yı görmek için kabul etmiştim. Sonradan »Kızıl Bologna« namının, şüphesiz bir zamanlar güçlü olan İtalyan komünistleri nedeniyle değil, Bologna geleneğine göre caddeye bakan pencerelere takılan kalın kızıl perdelerden dolayı verildiğini öğrenince, hayal kırıklığına uğramıştım.
Bologna’da dikkatimi çeken, Musevîlerin yaşamak zorunda bırakıldıkları gettonun ana caddesine – ana cadde diyorlar, ama en fazla iki kişi geçebilecek genişlikte – »Strada Infernale« yani »Cehennem Sokağı« adını vermiş olmalarıydı. Diğer sokaklara da »Günahkârlar Sokağı« v.b. isimler verilmişti.
Bir aile sohbetinde Bologna’da gördüklerimi anlatırken, aile dostumuzun yaşlı annesi (Martha teyze derdik) lafa karışmıştı. Gençliğinde nasyonalsosyalist Alman Kızlar Birliği BDM üyesi olarak Bologna’ya gittiği, Musevî gettosunun ilgisini çektiğini ve İtalyan faşistlerine gıpta ile baktığını anlattı.
Biz ne âlâka derken konuşmaya devam etti: »Daha sonraları, savaşın bitimine doğru, kafalarımıza bombalar düşmeye başladığında, gerçek cehennemin ne olduğunu gördüm. Kendi insanlarımızı düşman ilân etmiş, Musevî komşularımız yok edilirken ses çıkarmamıştık. Sığınakta bombalardan korunmaya çalışırken, aklıma Bologna gettosu geldi. Utandım. Kibrimiz ve düşmanlığımız bizi nasıl zebanileştirmişti. Komşumuza düşmanlık yaparken, aslında kendi dünyamızı cehenneme çevirdiğimizi fark edememiştik.«
Martha teyze, iki yıl önce vefat edene dek Alman barış hareketinin aktivistlerinden birisi oldu. Hep, »savaşı bilmeyenler, barışı anlayamazlar« derdi.
Bunları niye mi yazıyorum? Geçenlerde İstanbul semalarında gösteri yapan savaş uçakları nedeniyle sosyal medyaya ve basına yansıyan tepkileri okuduğumda Martha teyzenin söylediklerini anımsadım da ondan. »Acaba« dedim kendi kendime, »İstanbullular aynı Diyarbakırlılar gibi hergün havalanan, alçak uçuş yapan ve bombalarını yakın dağlara bırakan savaş uçaklarıyla yaşamak zorunda olsalardı, ne düşünürlerdi, ne hissederlerdi?«.
Martha teyze, komşusuna beslediği düşmanlığın ve savaşın kendisini insanlıktan çıkardığını, eninde sonunda kendi yaşamını cehenneme çevirdiğini geç te olsa fark etmişti. Geç fark etmiş olmanın ezikliğini hep yaşadı.
Nasyonalsosyalizm ve Holocaust bağlamında Alman halkının »kolektif suç« işlediğinden bahsedilir. Faşizmi yaratanın kapitalizm ve sonsuz kâr hırsı olduğuna inandığımdan, »kolektif suç« tanımını yetersiz bulurum, ama Alman halkını da pek günahsız saymam doğrusu.
Martin Niemöller’in ünlü sözüdür: »Komünist ve sosyaldemokratları almaya geldiklerinde bir şey demedim, komünist veya sosyalist değildim. Sendikacıları aldıklarında keza. Çünkü sendikacı değildim. Yahudileri aldıklarında gene bir şey demedim, Yahudi değildim. Beni almaya geldiklerinde, bir şey diyecek olan kalmamıştı.«
Niemöller, çoğunluk toplumunun işlenen bir suça nasıl ortak olduğunu kısa ve öz olarak açıklıyor bu sözleriyle. Ancak kendine sıra geldiğinde aklı başına geliyor. Aynı Martha teyzenin dediği gibi, bombalar başlarına düşmeye başlayınca...
Demem odur ki, düşmanlığın, örneğin Kürt düşmanlığının en büyük zararının, Kürtlere düşmanlık besleyene olacağını görmemiz gerekir. En başta gerçekleri öldüren savaş, sonra vicdanları öldürerek insanı ve beynini esir alır. Kin ve nefret insanı zebanîleştirir. Zebanîlerin ebediyen yaşadıkları yer ise, cehennemdir.
Bugün karar verme günüdür: ya savaş tamtamlarının uğultusuna kapılıp zebanîleşeceğiz, ya da ülkenin cehenneme dönmesini engellemek için Savaşa Hayır! diyeceğiz. Ama asıl soru, İstanbulluların bu kararı bugün mü, yoksa gerçek savaş uçaklarının İstanbul semalarında uçtuklarında mı verecekleridir.