Aslında Avrupa’daki Kürt kurumlarının başlattığı »Kürt kimliği tanınsın« kampanyasına değinmek istiyordum. Ancak gelişmeler öylesine başdöndürücü ki, çalınan savaş tamtamlarından ve Avrupa’nın politikalarından bağımsız bu kampanyayı ele almak olanaklı değil.
Öncelikle kampanyanın zamanlamasının doğru ve taleplerin son derece haklı olduğunu vurgulamak gerekir. »Bu neyin nesidir« diye soracak olanlar için söyleyelim: Almanya’da yaşayan Kürtler, tüm diğer göçmen gruplarından farklı olarak ayırımcılığa iki kat maruz kalmaktalar – hem göçmen olmalarından, hem de Kürt olmalarından dolayı. Bu ayırımcılık, toplumsal ve kurumsal düzeyde sürmekte ve insanın doğuştan elde ettiği hakların Kürt göçmenler tarafından kullanılmasını engellemekte.
Nedir bunlar? Kendi anadilini konuşmak, dilini, kültürünü, tarihini yaşatmak ve kendi çocuklarına miras bırakmak, kendi anadilinde bilgilenmek, öğrenim görmek, medya hizmetleri almak. Bu kadar yalın aslında.
Devam edelim, örneğin Türkiye kökenli bir göçmen, çocuğuna istediği Türkçe ismi koymakta özgür. Ama Kürt göçmenler, bunu dahi istedikleri gibi yapamıyorlar. Verdikleri isimleri resmi makamlara kabul ettirebilmek için binbir dereden su getiriyorlar. Dahası »Kürt« olarak kabul edilmediklerinden, mülteci olsalar bile ya Türkiye veya İran, ya da Irak veya Suriye vatandaşı olarak kaydediliyorlar. Anadilde danışmanlık veya sosyal hizmetler ise hak getire!
Yani bırakalım anaysal eşitlik ilkesini veya ayırımcılığa karşı yasaları bir yana, sadece insanın doğuştan kazandığı hakların kullanımı temelinde Kürtlerin Almanya’da bir göçmen grubu olarak resmen kabul edilmeleri ve diğer göçmen gruplarının kullanabildiği haklara sahip olmaları gerektiği tartışma götürmez. Eğer Almanya’da bu hakların kullanılması hâlen sağlanmadıysa, o zaman bu devleti ve siyasîleriyle Almanya’nın ayıbıdır. Anadolu-Mezopotamya coğrafyasından Almanya’ya göçün 50. yılında Kürtlerin kimliğinin tanınmamasının kabul edilebilecek bir yanı yoktur ve tek nedeni Almanya’nın Türkiye politikasıdır.
Araya iki lafı sıkıştırmadan edemeyeceğim: YEKKOM ve diğer Kürt kurumlarının kampanyasına sahip çıkmak, kendi anadilini gündelik yaşamın bir parçası hâline getirmekten, kendi kültürünü yaşatmaktan geçer. Ben Kürt değilim, ama kampanyaya katılmayan, Türkçe düşünüp, Türkçe konuşan Kürtleri de pek anlayabilmiş değilim açıkcası.
İkinci lafım Almanya’daki Türkiyeli sola: Kürt kimliğine sahip çıkmak milliyetçilik değildir. Lafazanlığa gerek yok: yan çelişkileri kaale almayanlar, temel çelişkiye hiç değinmesinler.
Peki, Kürt kimliği kampanyasının Türkiye’deki savaş tamtamlarıyla ne âlâkası var? Hangisini sayayım? Önce şunu: Kürtlerin, göçmen olmanın dışında Kürt oldukları için ayırımcılığa uğramaları, kriminalize edilmeleri, Almanya’nın Türkiye politikasıyla doğrudan ilintilidir. Almanya, Kaiser Wilhelm döneminden bu yana politik, ekonomik ve stratejik çıkarları için Türkiye egemenlerini destekleme politikasını gütmektedir. Bu nedenle Almanya’nın Kürt politikası, Türkiye egemenlerinin Kürt politikasının izdüşümüdür.
Yeni devlet partisi AKP’nin savaş çılgınlığı da gene NATO müttefiki Almanya tarafından desteklenecektir, ki ben zaten Kürt hareketine yönelik savaşın bir NATO Savaşı olduğu görüşündeyim. Bu açıdan »bayramdan sonra« başlayacak olan kanlı sürece, tutuklama furyalarına, sadece Kürtlere değil, muhalif demokratik güçlere de yönelik antidemokratik uygulamalara ve kurulmakta olan otoriter / baskıcı düzene Avrupa hükümetlerinden bir tepki gelmesini beklemek hayaldir.
Aslolan demokratik kamuoyunu kazanmak, hükümetleri üzerinde baskı yapmalarını sağlamaktır. Görev bu kadar nettir.