Halkların
Demokratik Kongresi (HDK) temsilcileri ile BDP’li milletvekillerinin Karadeniz
gezisinde ortaya çıkanlar, çok insanı umutsuzluğa sokmuş gibi görünüyor. Öyle
ya, ipini koparmış »kitleler« öğretmenevlerine, arabalara, parti ve örgüt
binalarına saldırmış, Karadeniz bölgesine gelen milletvekillerini lince
kalkışmıştı. Bu bir iki günde meydana gelen olayların arkasında baktığımızda,
umutsuzluğa kapılmak için çok fazla neden olmadığı görülebilir. Yani tüm bu
olaylar, solda duranlara daha fazla umut vermeli.
Neden mi? Önce
görüngülere bakmadan, Türkiye’nin tarihsel bir gerçeğine bakalım. Türkiye’nin
1908’lerden bugüne kadarki tarihi içerisinde meydana gelen istisnasız bütün
büyük toplumsal olaylar, pogromlar, linçler ve bilimum saldırılar, kitlelerin
veya halkın »kendiliğindenciliğinden« değil, doğrudan devlete hakim kesimlerin
çıkarlarını kollamak, gelişmeleri istedikleri yöne çekmek veya gerçekleştirmek
istedikleri siyasî adımlara maddî temeller yaratmak için planlı ve programlı
olarak gerçekleşmişlerdir. Bu olaylara katılan sıradan »halk« ise – tabiî
sıradan halktan iseler – sadece figüran rolünü oynamışlardır.
Elbette bu
kendilerini »Türk« olarak tanımlayan geniş halk kesimlerinin milliyetçi,
muhafazakâr, şövenist ve şiddet eğiliminde olmadığı anlamına gelmemektedir.
Zaten siyasî partilerin bugüne kadar aldıkları oy oranları da bunu
kanıtlamaktadır. Ancak böylesi milliyetçi ve şöven kitlelerin kendiliğinden
belirli eylemlere kalkışmış olduklarına pek rastlanmaz, ki bu dünyanın her
yerinde böyledir. »Yangını« çıkartan da, zamanı gelip »söndüren« de devlettir,
devlete egemen kesimlerdir.
Devlet ve
devlete egemen kesimlerin homojen bir yapı olmadığı, farklı çıkar gruplarının,
farklı fraksiyonların olduğu doğrudur. Buna rağmen, bilinen bürokratik
yapısıyla devlet karar vericilerin yönlendirmesiyle mekanizmasını işletir. Gene
de, Stefanos Yerasimos’un »Beckett Sendromu« olarak adlandırdığı, fiîlin niyeti
aştığı süreçler de olanaklıdır. Yani polis teşkilatının yöneticileri »müsamaha«
gösterecekleri belirli olaylarda, »müsamahalarını« abartabilirler, aynı Sinop
ve Samsun’da olduğu gibi. Ama tüm bu gerçekler, Sinop ve Samsun’da meydana
gelen olayların, spontane olduklarını kanıtlamaz.
Peki, devlete
egemen olan kesimler bu olayları çıkartmaya neden gerek görmüşlerdir? Birden
fazla neden sayabiliriz: Birincisi, devlet Kürt hareketine »otur oturduğun
yerde«, yani »Kürtsen«, »Kürt kal« sinyalini vermiştir. Kürt siyasetinin,
örneğin HES’lerle ve diğer özelleştirme politikalarla bağlantılı olarak hükümet
politikalarına karşı muhalefet eden dinamiklerle buluşması, bir araya gelmesi
ve anlaşabilmesi, hükümetin uzun vadeli çıkarlarına aykırıdır.
Diğer taraftan,
ikincisi, muhafazakâr sünni nüfus yoğunluğu olan Karadeniz bölgesindeki yoksul
halkın, ki bu kesimlerin »şehit« sayısı hayli yüksektir, Kürtlere karşı
düşmanca duygular beslemeye devam etmesi istenmektedir. Bu şekilde bölge
halkının karşı karşıya kaldığı ekonomik ve toplumsal sorunların gerçek
nedenlerinin üzeri daha rahat örtülebilmekte, halkın örgütlenmesi daha rahat
engellenebilmektedir. Tersinden ise, Karadeniz’de böylesi olayları
örgütleyerek, Kürtler arasında da Karadenizlilere karşı düşmanca duyguların
ortaya çıkması umulmaktadır. Komşu halklar arasındaki husumet, her zaman ve her
yerde egemenlerin işini kolaylaştırır.
Ve üçüncüsü, ki
bunu son günlerin KESK tutuklamaları ve süregiden »milliyetçilik karşıtı«
söylemle de bağlantılı görmek gerekir, Kürt hareketinin Türkiye sosyalistleri
ile var olan bağlantısı koparılmak istenmektedir. DHKP-C örgütünü tasvip etmeyebilir,
hatta karşı çıkabilirsiniz, ama tam da böylesi bir süreçte bu örgüte karşı
atılan adımların »entegre stratejinin« bir parçası olduğunu görmek
zorundasınız. Bir yandan, »solun şiddet yatkını« olduğu iddiasıyla
(liberallerin yorumlarına bkz.) sosyalistlerin marjinalliğe itilmesi sağlanmak
istenmekte, diğer yandan da Kürt hareketinin »sola bel bağlamaması«, asıl
partnerinin »AKP olduğunu görmesi« telkin edilmekte ve sonucunda Kürt
hareketinin bölünmesi, en azından bir kısmının AKP’nin yedeğine girmesi sağlanmak
istenmektedir.
Peki, neden
umutlu olmalıyız? Birincisi, yukarıdaki nedenler. İkincisi, sıradan halkın ne
Sinop’ta, ne de Samsun’da olaylara karışmamış olması, üçüncüsü, HDKlilerin
Karadeniz’e gitmek istemesinin dahi egemenlere ne denli korku salmış olduğudur.
HDK, BDPli milletvekilleri ve Kürt hareketi doğru yoldadır. Dik durmalı,
bölgenin yoksul halklarının buluşmasını, dinamiklerinin ortaklaşmasını
sağlamaya çalışmalı, neoliberalizme ve militarizme karşı halkların ortak
direnişini örecek adımları atmaya devam etmelidirler.
Bir Laz olarak, Sinop
ve Samsun’un, bu zorunluluğu ve en ufak denemesinin bile egemenleri korkutmaya
yettiğini göstermesi nedeniyle, umutsuz olmak için en ufak nedeni görmüyorum...