Ne zaman
muhalif toplumsal güçler, güncel gelişmeleri salt görüngüler üzerinden
değerlendirip, maddî temeli olmayan duygusal söylemlerle açıklamaya başlasalar,
verili tarihsel dönemin maddî koşulları ve bunların uluslararası bağlamları göz
ardı edildiğinden, kavramların içerikleri değişir, muğlaklaşır ve kafalar
karışır. Günü anlamak olanaksızlaşır.
Bunun
yakın bir örneğini Çek Cumhuriyeti başkanlık seçimini, »sol eğilimli« bir
politikacının kazandığını bildiren haberlerde görebiliriz. Özgür medya bile,
açık milliyetçi seçim kampanyası yürüten Miloś Zeman’ın »sol eğilimli« olduğunu
yazdı.
Halbuki
biraz araştırılsa, Zeman’ın seçim kampanyalarında, Çek ülkesinin tarihsel
yerleşik halklarından olan Almanlara ve Slovaklara karşı nefret söylemini
kullandığını, hatta tescilli neoliberal başkan Václav Havel’in desteğini
aldığını, Çek sermayesinin çıkarlarını savunduğunu, dahası aşırı bir islam
düşmanı olduğu öğrenilebilirdi. Özcesi, bir kişinin »sosyaldemokrat« olduğunu
söylemesi, onun öyle olduğunu kanıtlamaz.
Diğer ve
daha trajik olan örnek ise, Almanya’daki Dersim derneklerinin CHP’yi Sosyalist
Enternasyonal’e şikâyet etmeleridir. Aslında burada, »kimi, kime şikâyet
ediyorsunuz?« diye sormak gerekiyor. Çünkü Sosyalist Enternasyonal, »ulus
devlet« konusunda CHP’nin bir milim dahi uzağında değil.
Kuşkusuz,
sosyaldemokrasi ile, »sosyaldemokrat« olunduğu söyleminin haricinde hiç bir
zaman herhangi bir âlâkası bulunmayan CHP’ye yönelik eleştiriler haksız değil. Hatta
Birgül Ayman Güler’in »Türk ulusu-Kürt milliyeti« söylemi, CHP’ye »nasyonal sosyaldemokrat«
sıfatını takmak için yeterince gerekçe veriyor bile – hele hele
Kılıçdaroğlu’nun Güler’e, daha doğrusu CHP programına sahip çıkmasından
sonra...
Amma
velâkin, CHP’yi modern Türkiye tarihinin yegâne suçlusu ilân etmek, son derece
yüzeysel ve gerçek resmin görülmesini engelleyen bir metod olur. Böylesi bir
bakış açısı, sadece Anadolu-Mezopotamya coğrafyasındaki soykırımların ve
trajedilerin gerçek sorumlusunun ortaya çıkarılmasını engellemekle kalmaz, aynı
zamanda günümüz Türkiyesi’ndeki siyasî, ekonomik, toplumsal ve kültürel
sorunların asıl nedenlerinin anlaşılamamasına yol açar.
Eklektik
olma tehlikesine rağmen, bu tespiti Dersim örneğiyle açalım: CHP, Dersim
Katliamı’nda sadece, Türk milliyetinin burjuvazisinin mutlak egemenliği altında
olan »modern Türk ulus devletinin« görünen yüzüdür. Tarihsel gelişimi
içerisinde temel tandansı merkezîleşmek, sınıf egemenliğini yoğunlaştırmak ve
devlet sınırları içerisindeki en ücra köşelerde dahi kapitalist üretim tarzını
hakim kılmak olan burjuva »ulus devleti«, hiç bir yerde farklı üretim
ilişkilerine, bilhassa plebyan yaşam tarzına ve feodalizm kalıntılarına yaşam
hakkı tanımaz. Dünyadaki her kapitalist ulus devlet, pleblerin, feodal
yapıların ve boyunduruk altına alınan milliyetlerin harabeleri üzerine
kuruludur. Son ikiyüz yıllık devletler tarihine kısa bir bakış, bunu
kanıtlayacaktır.
Her ne
kadar kapitalistleşme sürecinde Türkiye burjuvazisi feodal yapılarla ittifak
kurmuş, hatta – bugün olduğu gibi – özgürleşme
hareketlerine karşı bunları sağlamlaştırmış olsa da, bu ittifaka direnen
plebyan Dersim'in ehlileştirilmesi gerekiyordu. Genç Türk »ulus devleti«
kapitalizmin »gereğini« yerine getirdi. Katliamın gerekçesi budur.
AKP de
günahsız değildir, çünkü referans aldığı bütün isimler 1938'de CHP ve devletin
tepesindeydiler.
Milletvekili
Güler’in konuşması, Türk »ulus devleti«nin tarihsel içeriğinin dolamlaması, CHP
programının özünün tekrarıdır. Ama bu, CHP’yi »ırkçı« diye eleştiren AKP’nin
»ulus devlet« noktasında CHP’den farklı olduğu anlamına gelmez. Tam aksine, AKP
iktidarı Türk milliyetinin burjuvazisinin, diğer milliyetler üzerindeki
egemenliğini pekiştiren, aynı »ulus devletin« özünü, sadece farklı söylemle,
günümüz Türkiye kapitalizminin gereksinimlerine uygun bir dönüşümle savunan
siyasetin ifadesidir. Ve Sosyalist Enternasyonal’i oluşturan partilerin burjuva
karakteri de, nüans farklılıklarına rağmen, ne CHP’den, ne de AKP’den değişik
değildir.
Toplumsal
muhalefetin alternatif siyaset yollarını duygusal tepkilerle bulması
olanaksızdır. »Neyin, ne olduğu« söylenmeden atılacak her adım, egemenlerin
değirmenine su taşımak demektir.