1 Şub 2013

Ulus, milliyet ve sosyaldemokrasi



Ne zaman muhalif toplumsal güçler, güncel gelişmeleri salt görüngüler üzerinden değerlendirip, maddî temeli olmayan duygusal söylemlerle açıklamaya başlasalar, verili tarihsel dönemin maddî koşulları ve bunların uluslararası bağlamları göz ardı edildiğinden, kavramların içerikleri değişir, muğlaklaşır ve kafalar karışır. Günü anlamak olanaksızlaşır.

Bunun yakın bir örneğini Çek Cumhuriyeti başkanlık seçimini, »sol eğilimli« bir politikacının kazandığını bildiren haberlerde görebiliriz. Özgür medya bile, açık milliyetçi seçim kampanyası yürüten Miloś Zeman’ın »sol eğilimli« olduğunu yazdı.
Halbuki biraz araştırılsa, Zeman’ın seçim kampanyalarında, Çek ülkesinin tarihsel yerleşik halklarından olan Almanlara ve Slovaklara karşı nefret söylemini kullandığını, hatta tescilli neoliberal başkan Václav Havel’in desteğini aldığını, Çek sermayesinin çıkarlarını savunduğunu, dahası aşırı bir islam düşmanı olduğu öğrenilebilirdi. Özcesi, bir kişinin »sosyaldemokrat« olduğunu söylemesi, onun öyle olduğunu kanıtlamaz.
Diğer ve daha trajik olan örnek ise, Almanya’daki Dersim derneklerinin CHP’yi Sosyalist Enternasyonal’e şikâyet etmeleridir. Aslında burada, »kimi, kime şikâyet ediyorsunuz?« diye sormak gerekiyor. Çünkü Sosyalist Enternasyonal, »ulus devlet« konusunda CHP’nin bir milim dahi uzağında değil.
Kuşkusuz, sosyaldemokrasi ile, »sosyaldemokrat« olunduğu söyleminin haricinde hiç bir zaman herhangi bir âlâkası bulunmayan CHP’ye yönelik eleştiriler haksız değil. Hatta Birgül Ayman Güler’in »Türk ulusu-Kürt milliyeti« söylemi, CHP’ye »nasyonal sosyaldemokrat« sıfatını takmak için yeterince gerekçe veriyor bile – hele hele Kılıçdaroğlu’nun Güler’e, daha doğrusu CHP programına sahip çıkmasından sonra...
Amma velâkin, CHP’yi modern Türkiye tarihinin yegâne suçlusu ilân etmek, son derece yüzeysel ve gerçek resmin görülmesini engelleyen bir metod olur. Böylesi bir bakış açısı, sadece Anadolu-Mezopotamya coğrafyasındaki soykırımların ve trajedilerin gerçek sorumlusunun ortaya çıkarılmasını engellemekle kalmaz, aynı zamanda günümüz Türkiyesi’ndeki siyasî, ekonomik, toplumsal ve kültürel sorunların asıl nedenlerinin anlaşılamamasına yol açar.
Eklektik olma tehlikesine rağmen, bu tespiti Dersim örneğiyle açalım: CHP, Dersim Katliamı’nda sadece, Türk milliyetinin burjuvazisinin mutlak egemenliği altında olan »modern Türk ulus devletinin« görünen yüzüdür. Tarihsel gelişimi içerisinde temel tandansı merkezîleşmek, sınıf egemenliğini yoğunlaştırmak ve devlet sınırları içerisindeki en ücra köşelerde dahi kapitalist üretim tarzını hakim kılmak olan burjuva »ulus devleti«, hiç bir yerde farklı üretim ilişkilerine, bilhassa plebyan yaşam tarzına ve feodalizm kalıntılarına yaşam hakkı tanımaz. Dünyadaki her kapitalist ulus devlet, pleblerin, feodal yapıların ve boyunduruk altına alınan milliyetlerin harabeleri üzerine kuruludur. Son ikiyüz yıllık devletler tarihine kısa bir bakış, bunu kanıtlayacaktır.
Her ne kadar kapitalistleşme sürecinde Türkiye burjuvazisi feodal yapılarla ittifak kurmuş, hatta –  bugün olduğu gibi – özgürleşme hareketlerine karşı bunları sağlamlaştırmış olsa da, bu ittifaka direnen plebyan Dersim'in ehlileştirilmesi gerekiyordu. Genç Türk »ulus devleti« kapitalizmin »gereğini« yerine getirdi. Katliamın gerekçesi budur.
AKP de günahsız değildir, çünkü referans aldığı bütün isimler 1938'de CHP ve devletin tepesindeydiler.
Milletvekili Güler’in konuşması, Türk »ulus devleti«nin tarihsel içeriğinin dolamlaması, CHP programının özünün tekrarıdır. Ama bu, CHP’yi »ırkçı« diye eleştiren AKP’nin »ulus devlet« noktasında CHP’den farklı olduğu anlamına gelmez. Tam aksine, AKP iktidarı Türk milliyetinin burjuvazisinin, diğer milliyetler üzerindeki egemenliğini pekiştiren, aynı »ulus devletin« özünü, sadece farklı söylemle, günümüz Türkiye kapitalizminin gereksinimlerine uygun bir dönüşümle savunan siyasetin ifadesidir. Ve Sosyalist Enternasyonal’i oluşturan partilerin burjuva karakteri de, nüans farklılıklarına rağmen, ne CHP’den, ne de AKP’den değişik değildir.
Toplumsal muhalefetin alternatif siyaset yollarını duygusal tepkilerle bulması olanaksızdır. »Neyin, ne olduğu« söylenmeden atılacak her adım, egemenlerin değirmenine su taşımak demektir.