Reyhanlı’daki korkunç saldırı, savaşın vahşetini,
sınır tanımadığını ve güncel barış sürecinin kırılganlığını göstermekle
birlikte, maskelerin düşüp, gerçek yüzlerin açığa çıkmasını da sağladı. Yanmış,
parçalanmış bedenler karşısında ıstırap duymadan, »siyasetin maliyetinden«
bahsedenleri, tuzu kuruların senaryolarını görünce, Susan Sontag’ın »Başkalarının
acılarına bakmak« adlı eserini yazarken neler hissettiğini daha iyi
anlayabiliyoruz.
Foti Benlisoy Reyhanlı sonrasında almamız gereken
tavrı çok net ifade etti. Anımsatmak için tekrarlayalım: 1. Savaş
kışkırtıcılığına izin vermeyelim; 2. AKP’nin politikalarını teşhir edelim; 3.
»Düşmanımın düşmanı dostumdur« tutumundan uzak duralım; 4. Suriye’deki
solcularla dayanışma içinde olalım ve nihâyetinde 5. Göçmen karşıtlığına asla
izin vermeyelim. Savaşa karşı, insandan yana olmanın çerçevesidir bu.
Peki, Reyhanlı’nın ardından nasıl bir analiz
yapmalıyız? Kanımızca asıl sorun Reyhanlı’yı »kimin« yaptırdığı değil, ki
benzeri saldırıların daha şiddetli bir biçimde tekerrür etmesi muhtemel,
Reyhanlı’yı olanaklı kılan nedenler ve bundan sonraki gelişmelerdir. Öyle ya da
böyle, Suriye şimdiden Türkiye’nin yakın geleceğini belirleyen önemli bir
faktör haline gelmiştir.
Esad Rejiminin umulduğu gibi hemen yıkılmaması,
islamist terör gruplarının giderek daha çok etkinleşmesi, ihtilafın
uluslararası ve bölgesel boyutu ve çözümsüzlüğün derinleşmesi, emperyalist
blokta çelişkilere yol açtığını görüyoruz. Suriye’nin Libya olmadığı gerçeği,
müdahale stratejileri üzerine tartışmaları kızıştırıyor.
Örneğin Almanya son derece tereddütlü davranıyor.
Dışişleri Bakanı Westerwelle, »Suriye’deki savaşın komşu ülkelere yayılıp,
müttefikimiz İsrail için tehdit oluşturmasını engellemeliyiz« diyor. Almanya,
Türkiye’nin Suriye politikasını »fazlaca sorunlu« buluyor. Hükümet
çevrelerinden, »Erdoğan kumar oynadı ve kaybetti« eleştirisi duyuluyor.
Buna karşın İsrail’in eski Almanya büyükelçisi ve
Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü üyesi Shimon Stein, Türkiye’yi
destekliyor ve »Batının silah ambargosunu kaldırarak, muhalefeti
silahlandırmasını« talep ediyor. Stein, »Batının çıkarları, Esad’ın alaşağı
edilmesini gerektiriyor« diyor.
Görüldüğü kadarıyla 40 yıl boyunca en güvenli
sınırı olan İsrail-Suriye sınırı, İsrail’in Esad Rejiminin ayakta kalmasını
istemesi için yeterli bir neden değil. Stein, İsrail’in çıkarını şöyle
açıklıyor: »Tam tersine, Esad Rejiminin sonu, Suriye-İran ittifakının da
sonudur ve dolayısıyla terör örgütü Hizbullah’ın zayıflamasına, böylece
stratejik rahatlamaya neden olacaktır«.
İsrail, Almanya’nın çekimser tavrını eleştirirken,
aynı zamanda favorize ettiği bir »opsiyonu« öneriyor: Silah ambargosunun
kaldırılması, uçuşa yasak bölgelerin oluşturulması ve »muhaliflere« havadan
destek verilmesi. Bu »opsiyon«, Kuzey Suriye’de bir »tampon bölge«
oluşturulmasının önkoşuludur.
Silah ambargosunun kaldırılmasının ne anlama
geldiğini ise Alman FAZ gazetesinde okuyoruz. FAZ, »Esad karşıtlarına silah
tedarikini Türk gizli servisi MİT koordine ediyor. Suriye-Türkiye sınırındaki
›sıfır noktalarına‹ hafif silahlar naklediliyor. (...) Ama muhalifler hafif
silahları Suriye ordusundan da alabiliyorlar. Önemli olan hava savunma
sistemlerinin teslim edilmesidir« tespitini yapıyor ve Türkiye’nin »subaylarını
gönderip, muhaliflere profesyonel askerî önderlik« sağlaması gerektiğini
belirtiyor.
Erdoğan’ın Obama ile ne konuştuğunu bilemiyoruz,
ancak Erdoğan’ın şimdiye kadar yaptığı açıklamalardan hareket ederek, ABD’nin
Suriye’deki »angajmanını« artırmasını ve Türkiye’nin elini kolaylaştırmasını
istediği kuvvetle olası. Netanyahu’nun S-300 roketlerinin ithalini engellemek
için yaptığı Rusya ziyaretini ve kısa süre önceki Obama-Cameron buluşmasını bu
bağlamda ele alırsak, İsrail’in önerdiği opsiyonun en »gerçekçi« senaryo olduğu
sonucuna varabiliriz. Ama bu da Türkiye’nin doğrudan savaşan taraf hâline
gelmesi anlamına gelecektir.
Reyhanlı bu nedenle önemli bir noktayı da açığa
çıkarttı: Kürt sorununun çözüm süreci, ülkenin demokratikleşmesi ve Suriye iç
savaşı birbirlerini etkileyen ve iç içe geçmiş faktörler bütünü hâline
geldiler. Bu gerçeği görmeyen her analiz eksik kalacaktır.