Beklenen oldu. Mısır’ın, ABD’nden icazet alan
üniformalı kapitalistleri, iktidara taşıdıkları neoliberal dönme islamist
Mursi’yi, başkan seçilmesinden bir yıl sonra, alaşağı ettiler. Böylelikle
Mısır’da son iki buçuk yılda iki devlet başkanı, halkın kabaran öfkesinin yol
açacağı sonuçlardan korkan generallerce görevden alınmış oldu.
Aslına bakılırsa, generallerin bu adımının
»demokrasiye darbe« olduğu hayli tartışmalı. Çünkü bir kere buna »darbe«
diyebilmek için, Mısır’da demokratik bir sistemin olduğunu iddia etmek
gerekiyor. Daha önemlisi ise, ordunun parlamentonun kontrolü altında olduğundan
bahsetmek zorunlu. Mısır’da ise »demokrasiye darbe« yapılmasının her iki
önkoşulu da söz konusu değil.
Parlamento ve başkanlık seçimlerine baktığımızda,
bunların pek demokratik olduğundan bahsedemeyiz. Mübarek’in alaşağı
edilmesinden sonra, Müslüman Kardeşler ve Selefiler dışındaki muhalif grupların
örgütlenip, hazırlık yapmalarına fırsat tanımadan, alelacele seçimlere gidilmişti.
28 Kasım 2011’de başlayıp, 29 Ocak 2012’de tamamlanan seçimlere katılım yüzde
57 civarında olmuş ve sonucunda da Müslüman Kardeşler ile Selefiler parlamenter
çoğunluğu elde etmişlerdi. Ancak Anayasa Mahkemesi 14 Haziran 2012’de ikili
Mısır parlamentosunu lağvetmişti. Yeni anayasa çerçevesindeki seçimlerin 2013
sonbaharında yapılması planlanıyordu.
Mursi ise 17 Haziran 2012’de yapılan ikinci tur
seçimlerinde yüzde 51,7 oyla devlet başkanı seçilmişti. Seçimlere toplam 51
milyon seçmenin sadece yarısı katılmıştı. Yani Mursi, Mısır seçmeninin dörtte
birinin oyu ile seçilmiş oldu. 15 ve 22 Aralık 2012’de ise anayasa referandumu
yapıldı. Seçmenlerin sadece üçte birinin katıldığı referandumda, ezici
çoğunluğunu neoliberal dönme islamistlerin oluşturduğu Anayasa Koyucu
Meclisinin hazırladığı anayasa yüzde 63.8 oyla kabul edildi.
Dörtte bir oyla seçilen Mursi, küçük bir azınlığın
katıldığı referandumla kabul edilen gerici bir anayasayı, otoriter başkanlık
sistemini oluşturmak ve yargı, yasama ve yürütmeyi kendi elinde toplamak için
kullandı. Kısacası, böylesi bir rejimi »demokrasi« diye tanımlamak için,
demokrasi tanımını hayli bükmek gerekiyor.
Diğer yandan 2012 Ağustos’undaki »demokratik
aranjmanla« ordu yönetimi başkanın kontrolü altına sokulmuş gibi yapıldı.
Halbuki Mısırlı generaller siyasî, hukukî ve ticarî imtiyazlarını kaybetmemiş,
hem tahminen yıllık 50 milyar Dolar hacmi olan ticarî imparatorluklarını, hem
de ABD’nden her yıl gönderilen 1,3 milyar Dolarlık hibenin desteğiyle
oluşturulan askerî-sınaî kompleksini ellerinde tutmaktaydılar. Gerçi ABD’nden
gelen 1,3 milyarın yaklaşık yüzde 90’ı gene ABD’li silah tekellerine geri
dönüyor, ama gene de karar yetkisi generallerde.
Bu açıdan, demokratik meşruiyeti son derece
şüpheli bir devlet başkanının, onu göreve getiren üniformalı kapitalistlerce
görevden alınmasını demokrasiye değil, »ekmek, özgürlük, sosyal adalet«
talebiyle değişim için sokaklara dökülen halk kitlelerine yönelik bir darbe
olarak nitelendirmek daha doğru olacak. Generaller halkın istemlerini yerine
getirmek için değil, kendi çıkarlarını kollamak için harekete geçtiler.
Bunun yanı sıra Mısır’daki bu gelişme, »siyasal
İslam’ın« içine düştüğü ciddî varoluş krizine de işaret etmekte. Siz bakmayın
»Mısır’da toplum ikiye bölündü« diye analiz yapanlara. Söz konusu olan toplumun
bölünmüşlüğü değil, »siyasal İslam« adı altında İslam’ı sadece »araç« olarak
kullanan gerici-neoliberal dönme bir kliğin toplumsal çoğunluk üzerinde
»demokrasi« adı altında tahakküm oluşturma çabası başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
General El-Sissi’nin açıklamalarından sonra
Tahrir’de sevinç gösterileri yapılması bu nedenle anlaşılır bir şey, ama gene
öncesinde olduğu gibi, zafer sarhoşluğunun yerini fena bir baş ağrısının alması
pek muhtemel.
»Siyasal İslam’ın« varoluş
krizini ortaya çıkaran temel etkenlerden birisi, ekonomik nedenlerin yanı sıra,
baskıcı ve paternalist-otoriter yanının çok çabuk ortaya çıkmasıdır. Mısır,
Tunus ve Türkiye’deki halk hareketleri gerçek Müslümanlara, İslam’ı bu
neoliberal dönmelerin elinden kurtarma fırsatını sunmaktadır. Ama gerçek
Müslümanların bunu yapabilmelerinin tek koşulu vardır: en radikal anlamında
demokrat olmak!