Willy hocayı en son Berlin’de bir sunum yaptığında
görmüştüm. Toplantı sonrası buluşup, sohbet ettiğimizde spontane halk
hareketlerinin müthiş değişim gücünden bahsetmişti. Gezi olaylarından beri onu
aramak istiyordum ve nihâyet tatile çıktığımda Willy hocayı arayabildim.
Neşeli bir sesle telefonu açtığında, hemen
yapıştırdım, »Ne o hocam, hayli keyiflisin, Gezi olayları seni de şenlendirmiş
belli ki.« »Neşelenmez mi insan, 50 yıl önce gördüklerine yeniden tanık
olunca?« dedi ve ekledi: »Aslında yeniden demek de doğru değil, çünkü 50 yıl ve
öncesinin devamı bunlar.«
»Nasıl yani?« »Nasılı var mı canım, küresel çapta
iki asırdır devam eden, bazen dünyanın bir yerinde, bazen başka bir yerinde
patlak vermiş, bazen de sanki hiç yokmuş gibi sessizliğe bürünen, ama kalın
yılgınlık kabuğunun altında yavaş yavaş akan lava misali kaynayıp duran,
kabukta ufak bir çatlak bulduğunda patlayıveren bir süreçle karşı karşıyayız.
Sosyal adalet, eşitlik, özgürlük istemlerinin merkezinde olduğu, geçmişin
bugünle, farklı mekânların birbirleriyle bağlantılı olduğu bir süreç bu.«
»Yani Türkiye’deki Haziran İsyanının bu sürecin
bir parçası olduğunu söylüyorsun.« »Elbette. Sadece Türkiye gözlüğü ile
bakarsan, bunu göremezsin tabii ki. Halbuki Kürdistan, Ortadoğu, Türkiye –
Brezilya, Bulgaristan, Yunanistan; gerek bu coğrafyalardaki, gerekse de
kapitalizmin merkez ülkelerindeki gelişmeler hem birbirleriyle, hem de büyük
krizin beşinci yılındaki kapitalist gelişmeyle ve tarih ile doğrudan
bağlantılıdır. Bugünün yanıtlarını da tarihten çıkartmak gerekir.«
»Yahu hocam, tamam, seni anlıyorum. OECD
ülkelerinde işsiz sayısının 48 milyona, hatta ILO açıklamalarına göre dünyada
200 milyona ulaştığı, yoksullaşma spiralinin hemen her kesimi tehdit eder
olduğu ve yeni yıkıcı kriz dalgalarının kapıda göründüğü bir dönemde küresel
bağlantıyı görmemek için kör olmak lazım. Ama 21. Yüzyılın sorularına 19.
Yüzyılda yanıt aramanın ne anlamı var, onu anlamadım.«
»Gezi Parkı çerçevesinde başlayan direnişin bugün
farklı forumları yarattığını görüyorsun, dimi?« »Evet, ama ne alaka?« »Şimdi
şöyle bir geriye dönüp baktığımızda, Paris Komününden, Ekim Devrimine, 1956
Macaristan kalkışmasından, Prag baharına, oradan 1968 öğrenci olaylarına,
Zapatistalara, Latin Amerika hareketlerine, Kuzey Kürdistan’daki halk
meclislerine, Rojava Kürtlerinin özerklik deneylerine ve Gezi forumlarına
baktığımızda ne görebiliyoruz?« »Örgütlü direnişleri.« »Hayır, doğrudan
demokrasi denemelerini.«
»Doğru, ama çoğu hüsranla sonuçlanan denemeleri.«
»İşte tarihten bu hüsranın nedenlerini de öğrenebiliriz. Tüm bu denemelerde
direnişlerin başlangıçta Şuralar üzerinden irade geliştirdiklerini ve bir kaç
gün için dahi olsa, gerçek siyasî eylemin hangi sonuçlara yol açtıklarını
görebiliriz. Haklısın, Şuralar her defasında çok kısa bir süre ayakta
kalabildiler ve Sovyetlerde de deformasyona uğradılar. Ama bunlar Şura
sisteminin, aynı Hannah Arendt’in dediği gibi, modern dünyada demokratik
seçimle işbaşına gelmiş hükümetlerin tek alternatifi olduğu gerçeğini
değiştirmiyor. Şuralar, modern adlarıyla forumlar veya halk meclisleri tek
alternatiftir, çünkü delegasyon ve temsiliyete dayalı parti sistemlerinin
aksine, her bireyin kamusal yaşama, karar mekanizmalarına doğrudan ve vekil
tutmadan katılımını olanaklı kılarlar.«
»Ne yani, örgütsüzlüğü mü savunuyorsun?« »Daha
neler? Her hareket kendi örgütünü yaratır. Asıl örgüt Şuralardır. Partiler
sadece bir araçtır, amaç olduklarında yozlaşırlar. Önemli olan bir direnişin
yarattığı dinamiğin kaosa dönüşmesini engellemek, yaratılan özgürlük alanlarını
ve oluşturulan doğrudan demokrasi kurumlarını ayakta tutabilmektir.
Milletvekillerinin, ne kadar demokratik seçim olursa olsun, halkı temsil ediyor
olmaları, halkın doğrudan katılımının yerine geçemez. Mesele, demokrasiyi
aydınlığa kavuşturmaktır, yani siyasi karar mekanizmalarını egemenlerin
bürokratik karanlığından kurtarıp, kamuoyunun ışıkları altına sokmaktır.«
»Peki hocam, kapitalizm koşullarında bu ne kadar
mümkündür?« »Hah işte, asıl soru budur. Kapitalizm, hatta diktatörlük
koşullarında bile verili sınırları zorlamak, yasaların darlığını aşmak
olanaklıdır. Dün Rojava Devriminin yıl dönümüydü. Savaş koşullarında özerklik
oluşturulabiliyorsa, Türkiye koşullarında bu niye mümkün olmasın? Örgüt, parti
egoizmiyle yaklaşırsan, mümkün olmaz tabii, ama onu da sana yarın anlatayım.
Hadi eyvallah!« Hoca, yaptı gene yapacağını. »Yahu hocam, alo, alo!«