29 Eyl 2013

Gerekli bir açıklama


28 Eylül 2013 Cumartesi günü Yeni Özgür Politika ve Özgür Gündem gazetelerinde yayımlanan köşe yazım hayli tepki topladı. Ancak bu tepkileri »twitter küfürleri« ve eleştiriler olarak ikiye ayırmak gerekiyor. Elbette küfürlere yanıt verecek değilim, ama gelen eleştiriler bu açıklamayı yapmamı gerekli kıldı.

Önce tepkilere yol açan cümleleri ele alalım. Köşe yazımı şu iki paragrafla bitirmiştim:
»Birinci Irak Savaşında bir Kürt arkadaşımız şöyle demişti: ›Yahu o kadar Türkiye’nin kucağında oturduk, başımıza neler geldi. Biraz da Amerika’nın kucağında oturalım, hiç olmazsa İngilizce öğreniriz‹ diye. Asıl meselenin kimsenin kucağına oturmamak olduğunu anlamamıştı.
Kıssadan hisse: faydacı yaklaşım ve milliyetçi gözlükle yapılan değerlendirmeler en fazla oturulacak kucak seçimine yardımcı olabilirler, ama Kürtler lehine siyaset geliştirmeye asla!«
Bu iki paragraf nedeniyle bana »Kürt halkına hakaret« ettiğim suçlaması yöneltildi. Cahit Mervan ve Günay Aslan şüphesiz eleştirilerime kendi açılarından karşı eleştiriyle yanıt vereceklerdir. Şahsen »eleştirinin eleştirisi« biçiminde yürütülecek bir tartışma ortaya çıkar ise, sevinirim, çünkü o zaman herkes eteğindeki taşları dökecektir. Okurlar da bu şekilde kendi görüşlerini oluşturacaklardır. Yani her halükârda böyle bir tartışma faydalı olacaktır, çünkü – her ne kadar başka mecralara çekmeye çalışan olacaksa da – meselenin özüne, yani burjuva milliyetçiliği ve özgürlük mücadelesi arasındaki ilişkiye gelebileceğiz.
Ama tam da o noktaya gelebilecek miyiz, biraz şüpheliyim açıkçası. Çünkü »Kucağa oturma« ifadesinin böylesine seksist bir yaklaşımla ele alınabileceğini aklımın ucundan dahi geçirmemiştim doğrusu. Almancaya hakim olanlar »auf dem Schoss sitzen« veya »der Schoss ist fruchtbar noch« biçiminde Almanya siyasî literatüründe çokça örnek olduğunu bilirler. Ve »Schoss«, yani »kucak« seksist anlamda değil, aksine »paternalist hakimiyet altına girmek«, »işbirlikçilik yapmak« veya »güçlünün koruması altında, onun oyuncağı olmak« anlamında kullanılır. O nedenle »işbirlikçilik« bağlamında kullandığım bir metaforun »erkek egemen söylem« çerçevesinde, seksist bir tanım olarak algılanmasını milliyetçilik eleştirisinin üzerinin kapatılması çabası olarak gördüğümü vurgulamalıyım.
Elbette anekdotu olduğu gibi vermek üslup açısından doğru bulunmayabilir. Ama buradan genelleme yaptığımı ve böylelikle bir halka hakaret ettiğim sonucunu çıkartmak için biraz da yanlış anlamaya eğimli olmak gerekmez mi? Bir kişinin söylediklerinin tırnak içinde yapılan alıntısı nasıl olur da bütün bir halka mal edilir? Bu meselenin bir yanı. Diğer tarafta çok açık olarak yazıyorum, faydacı yaklaşım ve milliyetçi gözlükle yapılan değerlendirmeler Kürt halkı lehine siyaset geliştirmeye asla yaramaz diye. Bunu doğru bulmayanlar olabilir, ama »hakaret« iddiası yerine bu tespitin doğru olmadığını kanıtlamak daha dürüst olmaz mı?
Kullandığım eleştiri üslubunu sert görenler de olabilir, bu da son derece doğal. Ama müsaadenizle, eleştirinin yumuşak olması bir zorunluluk mudur? Eleştiriye konu olan tutum veya iddiaların kendisi eleştiriyi biçimlendirir. Bu ne »büyük ağabeycilik« taslamak, ne de Kürtlere »ne yapmaları gerektiğini söylemeye« çalışmaktır. Görüşüme göre pragmatizm olarak gösterilmeye çalışılan faydacı yaklaşımlar ve milliyetçi bakış açıları, özgürlük mücadelesi veren Kürt halkının lehine olan bir siyaseti geliştirmeye engeldir. Özellikle Almanya gibi bir ülkede, Kürtlerin ve Kürt kurumlarının böylesine ayırımcılığa uğradığı, kriminalize edildiği, yasaklarla boğuşmak zorunda kaldığı bir ortamda, bu ayırımcılığı yapan, kirli savaşa ortak olan, Kürt düşmanlığını körükleyen siyasî partilere faydacı yaklaşım gösterilmesinin doğru olmadığını belirtiyorum. Bu görüşümü de yanlış bulanlar olabilir. Kısacası kimse görüşlerime katılmak zorunda değil, ama öküz altına buzağı aramaya da hiç gerek yok.
Köşe yazısına konu olan iddialara dönersek, bir kere daha neler yazıldığına bakalım. Ne deniyordu? »Kürtler Sol Parti’yi parlamentoya taşıdı« en önemli iddia. Ben yazımda bunun hiç bir maddî temeli olmadığını belirtiyorum, çünkü çıplak sayılara baktığımızda Sol Parti’nin aldığı oy oranları ve Almanya’da ne kadar Kürt kökenli seçmenin olduğu belli. İkinci iddia, Sol Parti’nin »Kürtler ve kurumları üzerinde tahakküm kurmasıdır«. Bu tespitin de yanlış olduğunu savunuyorum. Üçüncüsü de, »Kürtler bu kadar destek verdi, ama Türkler seçildi, Kürtler seçilemedi« söylemidir. Buna karşılık olarak da seçilenlerin etnik kökeninin değil, savunduğu görüşlerin, siyasî pozisyonunun önemli olduğunu vurguluyorum. Ve sonuç olarak da burjuva milliyetçiliğinin işbirlikçilik olduğunu bir anekdotla kanıtlamaya çalışıyorum.
Yaptığım bundan ibaret, ama görebildiğim kadarıyla »Sol Parti ve Kürtler« başlıklı köşe yazım daha çok tartışma yaratacak. Konuyla ilgili daha çok yazılacak, çizilecek. Hoş, söyleyen doğru söylemiş: »söz uçar gider, yazı baki kalır« diye. O halde buyurun, burjuva milliyetçiliğinin Kürt halkının çoğunluğunun çıkarlarına aykırı olduğu tezimin aksini kanıtlayın, beraber tartışalım. Davetlimsiniz.