7 Eyl 2013

Varşova’nın anımsattığı


Rosa Luxemburg Vakfı’nın çalışanları olarak yıllık toplantılarımızdan birisini Varşova’da yaptık. Bu vesile ile hem Rosa Luxemburg’un izlerini görme, hem de kentin acılı tarihini öğrenme fırsatını bulduk. Rosa’nın yaşamı hakkında bir hayli yeni detay öğrenebildik. Ancak beni en çok etkilen Varşova’nın 20. Yüzyıl’daki tarihi oldu.

Aslına bakılırsa Varşova hakkında »dünyanın bütün başkentleri gibi, tüketim cehennemine dönmüş bir şehir« nitelemesi yapmak yeterli olabilir. Çünkü dünyanın her yanında bulabileceğiniz markalar, kahve satış zincirleri, fast-food dükkânları, özel güvenlikli ve AVM’li rezidanslar, zengin mahallelerin çöplerinden kendilerine yarayacak bir şeyler arayan yoksul insanlar, kapitalizmin nimetlerinden faydalandıklarını böbürlenerek gösteren ukala züppeler vs. vs. her şey Varşova’da da var.
Kent merkezinde kentsel dönüşüm tamamlanmış gibi. Stalin’in sosyalist »kardeşe« hediye ettiği »Kültür Sarayının« etrafını gökdelenler sarmış. Kent İkinci Dünya Savaşı esnasında Hitler orduları tarafından yerle bir edildiğinden, ancak eski sarayın bulunduğu mahalledeki tarihi evler yeniden inşa edilmiş ve gerisini »örnek sosyalist şehir planlamacılığı« halletmiş.
Varşovalılar, kentlerinin bizzat Hitler’in emri ile haritadan silmeye çalışıldığını söylüyorlar. Gerçekten de savaş sonrasında ortaya çıkan resmî belgeler Nasyonalsosyalistlerin sadece Varşova’yı değil, Polonya’yı olduğu gibi yok etmeyi hedeflediklerini kanıtlıyor. Bizzat Hitler’in »Wehrmacht«a (Alman ordusuna) bu emri vermesinin ardında önce Varşova Gettosunda, sonra da Varşova’nın her tarafında gerçekleşen ayaklanmalar duruyor.
Varşova Gettosundaki ayaklanmanın hikâyesi etkileyici. Savaş öncesinde 1,2 milyonluk Varşova’da yaşayan Yahudi nüfusu kayıtlarda 400 bin olarak geçiyor – bugün Varşova’da yaşayan Yahudilerin sayısı ise bini bulmuyor. Kentin muhtelif yerlerine yerleştirilmiş anıtlar, sadece Varşova Gettosundaki ayaklanmadan sonra katledilen yarım milyon Yahudiyi anımsatıyor.
Okur Varşova Gettosunun hikâyesini gerek internetten, gerekse de yayınlanmış kitaplardan öğrenebilir. Ancak kitaplar veya internette bulunabilecek bilgiler, Getto Ayaklanmasının ruhunu, insanların trajik sonlarını, duygularını ne yazık ki tam olarak veremiyorlar. Neredeyse tamamen silinmiş olan izleri gidip yerinde görmek, yok edilenlerin yaşayan kuşaklarıyla görüşmek, acı ve anılarını paylaşmak, Nasyonalsosyalizmin sanayileşmiş ölüm mekanizmasının emsalsizliği anlayabilmek için gerekli.
Biz şanslıydık. Vakfın çalışanı ve Rosa Luxemburg konusunda en tanınmış uzmanlardan olan Holger Politt’in yardımıyla görünmeyenleri görebildik. Gökdelenler arasında kaybolmaya yüz tutan Getto duvarlarını, elbette Willi Brandt’ın önünde diz çöktüğü ünlü anıtı, Birinci Dünya Savaşı öncesinde Rosa’nın da tutulduğu, Hitler ordularının Polonya’yı işgal etmesinden sonra Gestapo işkencehanesine dönüştürülen kötü şöhretli »Pawiak« hapishanesini, Varşova’nın ayakta kalan tek sinagogunu Holger’in derin bilgisi ile ilginç anekdotlarıyla birlikte inceleyebildik.
Varşova Gettosundaki ayaklanmanın askerî açıdan hiç bir şansı olmadığı biliniyor. Polonya Yahudileri Almanya’nın daha önce de, yani Birinci Dünya Savaşı esnasında Polonya’yı işgal etmelerine tanık oluyorlar. Ancak ilk işgalde, Kaiser ordusu Yahudilere iyi davranıyor ve Almanların »medenî« davranmaları nedeniyle Yahudiler Hitler ordusunu sempatiyle karşılıyorlar. Polonyalı Yahudiler arasında yaygın olan söylem, »Hitler ne derse desin, Almanlar medenîdir« oluyor. Bu nedenle de Gettoya tıkılan Yahudiler Treblinka toplama kampında krematoryumun 24 saat çalıştığına inanamıyorlar. Ancak zamanla Getto sokaklarını açlıktan ölen çocuklar, yaşlı-genç kadınlar kaplayınca ve Gettonun Yahudi özyönetimi üzerindeki Alman baskısı artınca, ayaklanma kararı alınıyor. »Ölüm, onursuz yaşamdan bin kat iyidir« şiarı ayaklanmayı tetikliyor.
Varşova Gettosundaki Yahudilerin onurları için bile bile ölüme gitmeleri, kendilerinden yüz kat güçlü bir orduya direnmeleri, katliamdan kurtulanların sonraki ayaklanmaya katılmaları, idam tehlikesine aldırmadan binlerce Yahudiyi kurtaran Varşovalıların uğraşları bir ibret ve gurur hikâyesi. »Getto kahramanlarına« adanan anıta baktığımda, birden aklıma 6-7 Eylül olayları geldi. Bir tarafta onurları için ölüme gidenler, diğer tarafta gayrimüslimlere saldıran yağmacılar güruhu... Utançtan anıta bakamadım. Ne hazin, değil mi?