Rosa Luxemburg Vakfı’nın çalışanları olarak yıllık
toplantılarımızdan birisini Varşova’da yaptık. Bu vesile ile hem Rosa
Luxemburg’un izlerini görme, hem de kentin acılı tarihini öğrenme fırsatını
bulduk. Rosa’nın yaşamı hakkında bir hayli yeni detay öğrenebildik. Ancak beni
en çok etkilen Varşova’nın 20. Yüzyıl’daki tarihi oldu.
Aslına bakılırsa Varşova hakkında »dünyanın bütün
başkentleri gibi, tüketim cehennemine dönmüş bir şehir« nitelemesi yapmak yeterli
olabilir. Çünkü dünyanın her yanında bulabileceğiniz markalar, kahve satış
zincirleri, fast-food dükkânları, özel güvenlikli ve AVM’li rezidanslar, zengin
mahallelerin çöplerinden kendilerine yarayacak bir şeyler arayan yoksul
insanlar, kapitalizmin nimetlerinden faydalandıklarını böbürlenerek gösteren
ukala züppeler vs. vs. her şey Varşova’da da var.
Kent merkezinde kentsel dönüşüm tamamlanmış gibi.
Stalin’in sosyalist »kardeşe« hediye ettiği »Kültür Sarayının« etrafını
gökdelenler sarmış. Kent İkinci Dünya Savaşı esnasında Hitler orduları
tarafından yerle bir edildiğinden, ancak eski sarayın bulunduğu mahalledeki
tarihi evler yeniden inşa edilmiş ve gerisini »örnek sosyalist şehir
planlamacılığı« halletmiş.
Varşovalılar, kentlerinin bizzat Hitler’in emri
ile haritadan silmeye çalışıldığını söylüyorlar. Gerçekten de savaş sonrasında
ortaya çıkan resmî belgeler Nasyonalsosyalistlerin sadece Varşova’yı değil,
Polonya’yı olduğu gibi yok etmeyi hedeflediklerini kanıtlıyor. Bizzat Hitler’in
»Wehrmacht«a (Alman ordusuna) bu emri vermesinin ardında önce Varşova
Gettosunda, sonra da Varşova’nın her tarafında gerçekleşen ayaklanmalar
duruyor.
Varşova Gettosundaki ayaklanmanın hikâyesi
etkileyici. Savaş öncesinde 1,2 milyonluk Varşova’da yaşayan Yahudi nüfusu
kayıtlarda 400 bin olarak geçiyor – bugün Varşova’da yaşayan Yahudilerin sayısı
ise bini bulmuyor. Kentin muhtelif yerlerine yerleştirilmiş anıtlar, sadece
Varşova Gettosundaki ayaklanmadan sonra katledilen yarım milyon Yahudiyi
anımsatıyor.
Okur Varşova Gettosunun hikâyesini gerek
internetten, gerekse de yayınlanmış kitaplardan öğrenebilir. Ancak kitaplar
veya internette bulunabilecek bilgiler, Getto Ayaklanmasının ruhunu, insanların
trajik sonlarını, duygularını ne yazık ki tam olarak veremiyorlar. Neredeyse tamamen
silinmiş olan izleri gidip yerinde görmek, yok edilenlerin yaşayan kuşaklarıyla
görüşmek, acı ve anılarını paylaşmak, Nasyonalsosyalizmin sanayileşmiş ölüm
mekanizmasının emsalsizliği anlayabilmek için gerekli.
Biz şanslıydık. Vakfın çalışanı ve Rosa Luxemburg
konusunda en tanınmış uzmanlardan olan Holger Politt’in yardımıyla
görünmeyenleri görebildik. Gökdelenler arasında kaybolmaya yüz tutan Getto
duvarlarını, elbette Willi Brandt’ın önünde diz çöktüğü ünlü anıtı, Birinci
Dünya Savaşı öncesinde Rosa’nın da tutulduğu, Hitler ordularının Polonya’yı
işgal etmesinden sonra Gestapo işkencehanesine dönüştürülen kötü şöhretli
»Pawiak« hapishanesini, Varşova’nın ayakta kalan tek sinagogunu Holger’in derin
bilgisi ile ilginç anekdotlarıyla birlikte inceleyebildik.
Varşova Gettosundaki ayaklanmanın askerî açıdan
hiç bir şansı olmadığı biliniyor. Polonya Yahudileri Almanya’nın daha önce de,
yani Birinci Dünya Savaşı esnasında Polonya’yı işgal etmelerine tanık
oluyorlar. Ancak ilk işgalde, Kaiser ordusu Yahudilere iyi davranıyor ve
Almanların »medenî« davranmaları nedeniyle Yahudiler Hitler ordusunu sempatiyle
karşılıyorlar. Polonyalı Yahudiler arasında yaygın olan söylem, »Hitler ne
derse desin, Almanlar medenîdir« oluyor. Bu nedenle de Gettoya tıkılan Yahudiler
Treblinka toplama kampında krematoryumun 24 saat çalıştığına inanamıyorlar. Ancak
zamanla Getto sokaklarını açlıktan ölen çocuklar, yaşlı-genç kadınlar
kaplayınca ve Gettonun Yahudi özyönetimi üzerindeki Alman baskısı artınca,
ayaklanma kararı alınıyor. »Ölüm, onursuz yaşamdan bin kat iyidir« şiarı
ayaklanmayı tetikliyor.
Varşova Gettosundaki
Yahudilerin onurları için bile bile ölüme gitmeleri, kendilerinden yüz kat
güçlü bir orduya direnmeleri, katliamdan kurtulanların sonraki ayaklanmaya
katılmaları, idam tehlikesine aldırmadan binlerce Yahudiyi kurtaran
Varşovalıların uğraşları bir ibret ve gurur hikâyesi. »Getto kahramanlarına«
adanan anıta baktığımda, birden aklıma 6-7 Eylül olayları geldi. Bir tarafta
onurları için ölüme gidenler, diğer tarafta gayrimüslimlere saldıran yağmacılar
güruhu... Utançtan anıta bakamadım. Ne hazin, değil mi?