Politika gazetesinin 4. sayısında yayımlanmıştır
Geride bıraktığımız yıl, ABD liderliği
altındaki tek kutuplu dünya düzeninden, çeşitli emperyalist güçlerin işbirliğini
derinleştirerek hedefledikleri »çok kutuplu, ama tek tip« dünya düzenine geçiş
süreci içerisinde olduğumuzu kanıtladı. Kapitalist küreselleşme 2014’de de
ülkeler içerisinde ve ülkeler arasında derin bölünmelere yol açmaya devam etti.
Savaşlar, şiddet, ırkçılık-şovenizm-milliyetçilik ve diğer ihtilaflar bu
bölünmeler ve neoliberal politikalarla kapitalist üretim tarzının dünyanın her
köşesinde hakim olmasını sağlama çabalarının sonuçlarıdır.
Bu sonuçlar kendilerini 2014’de dünya
çapında farklı ihtilaflar ve sorunlar, derinleşen sınıf çelişkileri, yaşamı ve
doğayı tehdit eden ekolojik sorunlar, farklı milliyetlerin ve kültürlerin yok
edilme tehlikesi ve emperyalist güçler arasındaki paylaşım ve hakimiyet
mücadeleleriyle ifade ettiler. 2014 bir kez daha bu süreçlerin günümüz
kapitalizminin organik krizinin temel unsurları olduğunu gösterdi.
ABD ve AB gibi emperyalist güçler bu krize
savaşları körükleyerek, dünyanın hemen her bölgesinde var olan ihtilafları
derinleştirerek, ticaret savaşları çıkararak ve askerî-siyasî ve iktisadî
bloklaşmalar oluşturarak yanıt verdiler. Gerçi Rusya ve Çin gibi ülkeler enerji
kaynaklarına ve ekonomik gelişmelerine dayanarak ABD ve AB’nin stratejilerine
karşı pozisyon alıyorlar, ama bu pozisyon alış kapitalist üretim tarzına
alternatif ideolojik, siyasî ve iktisadî bir modeli içermiyor. Böylelikle »çok
kutuplu« dünya düzeni tek tip ekonomik düzen, yani kapitalizm temelinde
şekilleniyor. Bu nedenle »çok kutupluluğun« 1990 öncesi kapitalist ve sosyalist
sistemlerin oluşturduğu iki kutuplu dünya ile benzerliği olmadığını, aksine
dünyanın tekeller ve emperyalist güçler arasında paylaşımı için verilen
mücadeleyi ve kapitalist rekabete içkin çelişkileri ifade ettiğini tespit
edebiliriz.
Görüldüğü kadarıyla 2014’deki tüm
gelişmeler, 2015’de derinleşerek devam edecekler. Bu gelişmelerin Türkiye ve
Kürdistan’ı yakından etkileyeceğinden şüphe yok. 2015, Türkiye açısından,
egemen blokta değişimler de dahil, yeni devinimlere gebe. Ancak bu devinimlerin
Türkiye ve Kürdistan’ı nasıl etkileyeceğini öngörebilmek için, 2015’de dünyayı
bekleyen merkezi ihtilaflara kısaca bakmakta yarar var. Bunu, bazı ülke
örnekleriyle irdelemeye çalışalım.
Ukrayna: Emperyalizmin mızrak
ucu
Ukrayna 2015’de dünya gündemini yeniden
meşgul etmeye aday. Aşırı sağcı ve neofaşist partileri ortak alan Jazenjuk
Hükümeti, anayasayı değiştirebilecek parlamento çoğunluğu ile Ukrayna’nın
emperyalist güçlerle olan işbirliğini güçlendirmek istiyor. Hükümet, devlet
başkanı olan zengin işadamı Poroşenko’nun da desteğiyle, Ukrayna anayasasının
»tarafsızlık maddesini« kaldırarak, NATO ve AB’ne üye olmayı amaçlıyor. Böylesi
bir gelişme, Rusya ile süren ihtilafın derinleşmesine neden olacak.
Aslına bakılırsa Jazenjuk Hükümetinin
politikaları şaşırtıcı değil, aksine 1990’lardan bu yana sistematik bir biçimde
uygulamaya sokulan ABD ve NATO stratejilerinin bir sonucudur. Bu stratejinin
temel hedefi, Ukrayna’yı Rusya’nın etki alanından çıkartıp Batı’ya bağlamak ve
stratejik rakip Rusya’nın NATO üyesi ülkelerle çerçevelenmesini sağlamaktır.
NATO ve AB’nin Doğu Avrupa’ya genişleme kararları, »2004 Portakal Devrimi«
olarak nitelendirilen rejim değişikliği denemesinin desteklenmesi, AB’nin
»Komşuluk Politikası« ve seçimle işbaşına gelen devlet başkanı Yanukoviç’in
alaşağı edilmesini sağlayan ayaklanmanın organize edilmesi, bu stratejinin
parçalarıydı. Nitekim 2014 Eylül’ünde yapılan NATO Zirvesinin aldığı ve askerî
manevraların Doğu Avrupa’da yoğunlaştırılmasını, silahlanma giderlerinin
artırılmasını, Doğu Avrupa’da bir NATO ana karargâhının kurulmasını, Rusya‘ya
yönelik yaptırımların artırılmasını ve »NATO Vurucu Güçlerinin« oluşturulmasını
öngören kararlar, Ukrayna ihtilafının derinleşeceğine işaret etmekteydiler.
Rusya, arka bahçesi ve stratejik sınır
bölgesi olarak gördüğü Ukrayna’daki gelişmelere kayıtsız değil. Yanukoviç’in
alaşağı edilmesine Kırım’ın fiili ilhakıyla yanıt veren Rusya, gerek doğal gaz
aracılığıyla, gerekse de ülkenin sınaî merkezi olan Doğu Ukrayna’nın Rusya ile
olan ekonomik ilişkilerini kullanarak, Ukrayna’yı istikrarsızlaştırdı.
Rusya’nın bu reaksiyonu da şaşırtıcı değildi, çünkü kendi sınırlarında temel
çıkarlarına yönelik bir tehdide karşılık verdiği görüşünde.
Her ne kadar diplomatik çevrelerde,
»Ukrayna’nın NATO ve Rusya arasında tarafsız bir tampon ülke olarak
konumlandırılmasına« yönelik öneriler yapılıyor olsa da, emperyalist paylaşım
mücadelesinin dinamiği böylesi bir çözümü olanaksız kılmaktadır. Bu açıdan
Ukrayna, Avrupa’da yeniden bir savaş çıkartabilecek potansiyeli ile merkezi
ihtilaf bölgelerinden birisi olarak 2015’deki gelişmelerin yönünü belirleyecek.
Almanya’nın »yeni
sorumluluğu«
2015, Alman emperyalizminin küresel
ihtilaflarda daha güçlü bir rol üstleneceği yıl olacak. ABD’nin Pasifik
Bölgesine yönelme stratejisi, ABD ve AB arasındaki işbirliğinin
derinleştirilmesini ve bu çerçevede AB çatısı altında Almanya’nın »yeni
sorumluluklar« üstlenmesini gerekli kılmıştı.
Aslında Almanya yaklaşık 20 yıldan beri
mütemadiyen bu »yeni sorumluluğu« üstlenmeye hazırlanıyor. 1992 yılında karar
altına alınan »Savunma Politikaları Yönergesi« bugün hâlâ geçerli olan devlet
aklını şöyle formüle etmişti: »Serbest ve engelsiz dünya ticareti ile denizlere
ve doğal kaynaklara serbest ulaşımın sağlanması, [...] Almanya’nın güvenlik
çıkarları arasındadır«. Bu formülasyon, »Alman ordusunun görevi, nakliyat
yollarının ve hammadde kaynaklarına ulaşımın güvenliğini sağlamaktır« olarak
tercüme edilebilir.
Almanya bu »sorumluluğu« üstlenebilmek için,
son 20 yılda 100 milyar Euro’dan fazla parayla tarihinin en büyük silahlanma
programını gerçekleştirdi. Bu programın ana taşıyıcı unsuru, ordu birlikleri
ile gerekli teçhizatın havadan nakliyatıdır. Yeni üretilen A400 M nakliyat
uçakları saldırı ve nakil helikopterlerini, zırhlı araçları ve son teknolojiyle
donatılmış özel birlikleri kısa zamanda dünyanın muhtelif bölgelerine nakletme
yeteneğine sahip. Kara kuvvetleri manevralarında »şehir savaşlarına« ve
ayaklanmaları bastırma operasyonlarına ağırlık verirken, deniz kuvvetleri uzun
menzilli ve gerektiğinde nükleer başlıklı roket atabilecek modern savaş
gemileriyle donatıldı. Zorunlu askerlik kaldırılarak profesyonelleştirilen
Federal Ordu, kara birliklerinin büyük bir bölümünü İnsansız Hava Araçları
İHA’ların sağladığı dijital ağa bağlayarak, bilim-kurgu filmlerine konu olan
teknolojik askerlere dönüştürdü.
Tüm bunların yanı sıra ülke içinde
körüklenen »İslam düşmanlığı« ve dolaylı olarak devlet desteği verilen sağ
popülist akımlar üzerinden, Almanya toplumda var olan savaş karşıtlığı
kırılmaya ve emperyalist müdahale savaşlarına katılım meşrulaştırılmaya
çalışılmaktadır. 2014’ün son aylarında çeşitli kentlerde ortaya çıkan kitlesel
ırkçı protestolar, ekilen militarizm tohumlarının yeşermekte olduğunu
göstermektedirler.
Türkiye burjuvazisi ile erk sahiplerinin en
önemli iki stratejik partnerinden birisi olan Almanya, 2015’de AB çatısı
altında ve ABD ile yakın işbirliğinde Doğu Avrupa, Akdeniz, Kuzey Afrika
ülkeleri, Doğu ve Batı Afrika kıyı ülkeleri ile Ortadoğu’da yeni görevler
üstlenen bir aktör olacak. AB’nin iç pazarına dönüşmesiyle ekonomik gücünü
artıran Alman emperyalizmi, 2015’de devam edecek olan küresel ihtilafları, yeni
dünya düzenini belirleyen kutuplardan birisi olma yönünde adım atmaya devam
etmek için kullanacak.
Afganistan, Hindistan ve
Pakistan
NATO’nun tarihindeki en büyük askerî
operasyonu olan Afganistan ISAF operasyonunun 13 yıl sonra resmen bittiği ilân
edildi, ama gayri resmi devam edecek. NATO, »Resolute Support« adı altında,
çoğunluğunu ABD birliklerinin oluşturduğu 12.500 askeri Afganistan’da güya
eğitim amacı ile konuşlandıracak. Sonuçta, bitti denilen Afganistan savaşı
2015’de de tüm hızıyla devam edecek.
»Kurtarılan« Afganistan dünyanın en yoksul
ülkelerinden birisi. Ekonomisinin yüzde 95’i Batı tarafından gönderilen
»yardımlara« dayanıyor. Taliban ve bölgesel savaş baronları hâlâ güçlüler ve
Kabil’de gerçekleştirdikleri son terör saldırısı ile yenilmediklerini tekrar
kanıtladılar.
Aslına bakılırsa »yenilmeleri« de
planlanmıyordu, çünkü Afganistan, Orta Asya’daki enerji kaynakları açısından
bir kontrol ve transfer mevkii olmasının yanı sıra, NATO birliklerinin, ama
özellikle Alman ordusunun »her türlü savaşı yürütme yeteneğine sahip olacak
profesyonelleşmesini ve dönüşümünü« sağlamak için büyük bir »antrenman sahası«
hâline geldi. Afganistan ve Pakistan ABD ve Britanya ordularının İHA savaş
konseptlerini geliştirmek için kullandıkları iki ülke. Son dört yıl içerisinde
Afganistan ve Pakistan’da İHA’lar ile yapılan saldırılarda on bini aşkın insan
yaşamını yitirdi. ABD ve Britanya’daki hükümetlere yakın araştırma ve strateji
enstitüleri yaptıkları araştırmalarda, Afganistan ve Pakistan’ın İHA savaş
konseptinin »mükemmelleştirilmesine« büyük katkı sağladıklarını ve programın
devam etmesinin »mükemmelleştirme çalışmalarını destekleyeceğini« tespit
ediyorlar. Yemen’de de benzer bir programın uygulandığı düşünülürse, IHA’ların
2015’de aynı yoğunlukta saldırılarda kullanılacakları ve sivil öldürmeye devam
edecekleri öngörülebilir.
Afganistan ve nükleer güç olan Pakistan
aynı zamanda ABD’nin Pasifik’e yönelme stratejisi için de önemli birer mevkii
konumundadırlar. Bölgedeki bir diğer nükleer güç olan Hindistan »Vikrant« adlı
uçak gemisini denize çıkartarak, Hint Okyanusu ve Pasifik’te etkin rol
oynayacağını gösterdi. Hindistan’ın bu atılımı, Çin ile işbirliğini geliştiren
»ezeli rakibi« Pakistan’a »oba altında sopa gösterme« anlamını da taşıyor. Ama
bu ikincil önemde, çünkü asıl mesele Çin’in bölgedeki etkinliğini
zayıflatmaktır.
Ticaret hacmini 4 trilyon Dolar’a çıkaran
ve 2013’de 112,2 milyar Dolar ile silahlanmaya en fazla para harcayan ikinci
ülke olan Çin, ABD tarafından »en önemli stratejik rakip« olarak görülmektedir.
Pasifik’in Güney Çin Denizi olarak adlandırılan bölümünde dünya çapındaki en
önemli deniz nakliyat yollarının bulunduğu, burada çeşitli ülkeler arasında
balıkçılık, nakliyat yolları ve doğal kaynaklar konusunda muhtelif ihtilaflar
olduğu, Çin’i dışlayan bir »Pasifik Serbest Ticaret Bölgesinin« oluşturulması
için start verildiği, silahlanmaya 56 milyar Dolar harcayan Japonya’nın anayasa
değişikliği ile yeniden militarizme yöneldiği ve ABD’nin deniz kuvvetlerinin
üçte ikisini bu bölgede konuşlandırmak istediği düşünülürse, Pasifik sularının
2015’de ısınmaya devam edeceği ve yeni ihtilaflar yaratacağı söylenebilir.
Suriye ve Irak
Suriye ve Irak, Türkiye ve Kürdistan’ı
yakından etkileyen en önemli ihtilaf bölgeleridir. Gazetemizin daha önceki
sayılarında Suriye ve Irak dahil, bölgemizdeki ihtilafların arka planlarını
açıklamaya çalışmıştık. O nedenle bu sefer daha çok emperyalist stratejilere
değinmek istiyoruz.
Öncelikle şu gerçek unutulmamalıdır:
Irak’ın toplumu, ekonomisi ve devlet yapısı ile parçalanmasının temel sorumlusu
ABD emperyalizmidir. ABD, 1991-2003 yılları arasında uygulattığı ambargolar ve
BM Şartı’nı çiğneyerek gerçekleştirdiği iki savaş ile Saddam Hüseyin rejiminin
yıkılmasına ve bitmeyen çatışmaların başlamasına neden oldu. Savaş ve
çatışmalar bugüne kadar 1 milyondan fazla insanın yaşamını yitirmesine ve şimdi
sözde »İslam Devleti« adını alan mezhepçi terör milislerinin güçlenmesine yol
açtı. Laik Baas partisinin eski askerî yöneticileri, Selefi gruplar ve Sünni
aşiretlerin oluşturduğu tuhaf ittifak, ülkeyi terör girdabına soktu. ABD, NATO,
Körfez despotları, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Irak merkezi hükümeti,
mezhep çatışmalarının önüne geçmek yerine, bunları daha da körükleyen
politikalar izlediler. Devamı biliniyor.
Bugün ise ABD’nin Türkiye, Katar, İsrail ve
Suudi Arabistan gibi bölge güçlerini rahatsız eden bir stratejiye yöneldiğini
görüyoruz, ki bu ABD’nin Pasifik stratejisiyle doğrudan bağlantılıdır. ABD,
düne kadar düşman gördüğü İran ile yakınlaşarak, Irak-Kürdistan’ında »İstikrar
Çapası« olarak adlandırdığı bir politika izliyor. İran’ın nükleer programı ile
ilgili görüşmelerin hızlanması, Irak merkezi hükümetindeki »Maliki sorununun«
ABD ve İran yönetimlerinin ortak çabasıyla çözülmesi (!) ve ABD’nin İran’ın
»İslam Devletine« yönelik girişimlerine ses çıkartmaması, ABD-İran
yakınlaşmasının hayli ilerlediğini gösteriyor. Diğer yandan ABD, »İslam Devleti«
saldırılarını gerekçe göstererek, Erbil yakınlarında büyük bir askerî üs kurma
çalışmalarını başlattı. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi parlamentosu bu
planları onayladı. ABD basınında yer alan haberlere göre, bu üs ABD’nin
Ortadoğu’daki en önemli askerî karargâhı hâline getirilecek. Barzani
yönetiminin »bağımsızlık« adımlarını şimdilik durduran ABD’nin uzun vadeli
stratejik planları, Irak’ın 2015’deki önemli ihtilaf merkezlerinden birisi
kalmaya devam edeceğini gösteriyor.
Suriye’deki gelişmeler ise biliniyor.
Suriye, gerek emperyalist güçlerin, gerekse de Ortadoğu’da hakimiyet kavgasına
girişen bölge güçlerinin savaş alanı hâline geldi. Türkiye, »İslam Devletini«
Esad rejimine ve Suriye Kürtlerine karşı bir koz olarak desteklemeye devam
ederken, Esad rejimi »İslam Devletine«, Suriye muhalifleri ile çatıştığı
müddetçe dokunmadı. Suudi Arabistan ve Körfez despotları »İslam Devletine«
askerî, maddî ve lojistik destek sağladılar, ama şimdi kendi yol açtıkları
terörü ABD ile birlikte Suriye’ye müdahale için kullanıyorlar. Türkiye ise
»İslam Devletini«, Esad rejimini alaşağı etme ve Rojava Devrimini boğma
amaçlarına kullanmaya çalışıyor ve eski »Tampon Bölge« planlarını uygulamak
için gerekçe olarak gösteriyor.
Diğer yandan Kobanê direnişiyle dünya
gündemine giren Rojavalılar, dört yandan kuşatılmışlığa karşı direnmeye devam
ediyorlar. Karşı devrim tehlikesi henüz bertaraf edilmiş değil. ABD öncülüğünde
kurulan sözde koalisyon, »İslam Devletine« yönelik saldırıların dozunu kâh
artırıp, kâh azaltarak Rojavalıları ehlileştirmeye ve Suriye planlarına dahil
etmeye çalışıyor. Milyonlarca insanın yerinden edildiği, yüz binlercesinin
katledildiği, insanlık mirası olan antik ve kültürel varlıkların talan edildiği
Suriye, 2015’de hem kan gölü, hem de alternatif öz yönetim modellerinin ayakta
tutulmaya çalışıldığı bir devrim ve ihtilaf bölgesi olmaya devam edecek.
Sonuç
Görüldüğü gibi, Türkiye ve Kürdistan’ın yer
aldığı coğrafya, uluslararası siyaset, emperyalist güçlerin uzun vadeli
stratejileri, bölge ülkelerindeki egemenlerin planları ve en önemlisi, bu
coğrafyada yaşayan ezilen ve sömürülen halklar, emekçiler ve yoksulların
geleceği açısından yaşamsal önem taşımaktadır. Her ne kadar emperyalist güçler
ve işbirlikçileri olan bölge egemenleri bu coğrafyayı bir »Şeytan Üçgenine«
dönüştürmeye çabalasalar da, günümüz Ortadoğu’sunda nesnel olarak
devrimci-demokratik dönüşümlerin koşulları mevcuttur. Rojava Devrimi, bilhassa
Kobanê direnişi ve bu bağlamda gösterilen uluslararası dayanışma, bu gerçeğe
işaret etmektedir.
2015, Türkiye işçi sınıfının devrimci
güçleri ile Kürdistan Özgürlük Hareketinin devrimci-demokratik güçlerinin önüne
tarihsel bir meydan okuma ile çıkmaktadır. Türkiye ve Kürdistan’da
gerçekleşebilecek devrimci-demokratik dönüşümler, ABD ve AB emperyalizmi ile
bölge egemenlerinin bütün stratejilerini alt-üst etme potansiyelini
taşımaktadırlar.
Türkiye ve Kürdistan’daki
devrimci-demokratik güçler, sermaye diktatörlüğünden ibaret olan AKP rejimini
temellerinden sarsacak bir siyasî-toplumsal alternatifi oluşturma şansına
sahiptirler. Eğer Halkların Demokratik Kongresi, Birleşik Haziran Hareketi ve
şu an bu iki oluşumun dışında yer alan Halk Evleri ve Halk Cephesi, ortak
hareket etme basiretini gösterebilirlerse, sadece Türkiye’de değil, bütün bir
coğrafyada başlayacak bir devrimci-demokratik dönüşüm ve burjuva iktidarlarını
alaşağı etme sürecini tetikleyebilirler. Bu mücadele birliğini örmek, uygun olan
koşulları bu yönde kullanmak, 2015’de Türkiye ve Kürdistan’daki
devrimci-demokratik güçlerin, komünistlerin önünde duran en ivedi görevdir.