2 Şub 2015

2015’de dünyayı bekleyen ihtilaflar

Politika gazetesinin 4. sayısında yayımlanmıştır
Geride bıraktığımız yıl, ABD liderliği altındaki tek kutuplu dünya düzeninden, çeşitli emperyalist güçlerin işbirliğini derinleştirerek hedefledikleri »çok kutuplu, ama tek tip« dünya düzenine geçiş süreci içerisinde olduğumuzu kanıtladı. Kapitalist küreselleşme 2014’de de ülkeler içerisinde ve ülkeler arasında derin bölünmelere yol açmaya devam etti. Savaşlar, şiddet, ırkçılık-şovenizm-milliyetçilik ve diğer ihtilaflar bu bölünmeler ve neoliberal politikalarla kapitalist üretim tarzının dünyanın her köşesinde hakim olmasını sağlama çabalarının sonuçlarıdır.

Bu sonuçlar kendilerini 2014’de dünya çapında farklı ihtilaflar ve sorunlar, derinleşen sınıf çelişkileri, yaşamı ve doğayı tehdit eden ekolojik sorunlar, farklı milliyetlerin ve kültürlerin yok edilme tehlikesi ve emperyalist güçler arasındaki paylaşım ve hakimiyet mücadeleleriyle ifade ettiler. 2014 bir kez daha bu süreçlerin günümüz kapitalizminin organik krizinin temel unsurları olduğunu gösterdi.
ABD ve AB gibi emperyalist güçler bu krize savaşları körükleyerek, dünyanın hemen her bölgesinde var olan ihtilafları derinleştirerek, ticaret savaşları çıkararak ve askerî-siyasî ve iktisadî bloklaşmalar oluşturarak yanıt verdiler. Gerçi Rusya ve Çin gibi ülkeler enerji kaynaklarına ve ekonomik gelişmelerine dayanarak ABD ve AB’nin stratejilerine karşı pozisyon alıyorlar, ama bu pozisyon alış kapitalist üretim tarzına alternatif ideolojik, siyasî ve iktisadî bir modeli içermiyor. Böylelikle »çok kutuplu« dünya düzeni tek tip ekonomik düzen, yani kapitalizm temelinde şekilleniyor. Bu nedenle »çok kutupluluğun« 1990 öncesi kapitalist ve sosyalist sistemlerin oluşturduğu iki kutuplu dünya ile benzerliği olmadığını, aksine dünyanın tekeller ve emperyalist güçler arasında paylaşımı için verilen mücadeleyi ve kapitalist rekabete içkin çelişkileri ifade ettiğini tespit edebiliriz.
Görüldüğü kadarıyla 2014’deki tüm gelişmeler, 2015’de derinleşerek devam edecekler. Bu gelişmelerin Türkiye ve Kürdistan’ı yakından etkileyeceğinden şüphe yok. 2015, Türkiye açısından, egemen blokta değişimler de dahil, yeni devinimlere gebe. Ancak bu devinimlerin Türkiye ve Kürdistan’ı nasıl etkileyeceğini öngörebilmek için, 2015’de dünyayı bekleyen merkezi ihtilaflara kısaca bakmakta yarar var. Bunu, bazı ülke örnekleriyle irdelemeye çalışalım.
Ukrayna: Emperyalizmin mızrak ucu
Ukrayna 2015’de dünya gündemini yeniden meşgul etmeye aday. Aşırı sağcı ve neofaşist partileri ortak alan Jazenjuk Hükümeti, anayasayı değiştirebilecek parlamento çoğunluğu ile Ukrayna’nın emperyalist güçlerle olan işbirliğini güçlendirmek istiyor. Hükümet, devlet başkanı olan zengin işadamı Poroşenko’nun da desteğiyle, Ukrayna anayasasının »tarafsızlık maddesini« kaldırarak, NATO ve AB’ne üye olmayı amaçlıyor. Böylesi bir gelişme, Rusya ile süren ihtilafın derinleşmesine neden olacak.
Aslına bakılırsa Jazenjuk Hükümetinin politikaları şaşırtıcı değil, aksine 1990’lardan bu yana sistematik bir biçimde uygulamaya sokulan ABD ve NATO stratejilerinin bir sonucudur. Bu stratejinin temel hedefi, Ukrayna’yı Rusya’nın etki alanından çıkartıp Batı’ya bağlamak ve stratejik rakip Rusya’nın NATO üyesi ülkelerle çerçevelenmesini sağlamaktır. NATO ve AB’nin Doğu Avrupa’ya genişleme kararları, »2004 Portakal Devrimi« olarak nitelendirilen rejim değişikliği denemesinin desteklenmesi, AB’nin »Komşuluk Politikası« ve seçimle işbaşına gelen devlet başkanı Yanukoviç’in alaşağı edilmesini sağlayan ayaklanmanın organize edilmesi, bu stratejinin parçalarıydı. Nitekim 2014 Eylül’ünde yapılan NATO Zirvesinin aldığı ve askerî manevraların Doğu Avrupa’da yoğunlaştırılmasını, silahlanma giderlerinin artırılmasını, Doğu Avrupa’da bir NATO ana karargâhının kurulmasını, Rusya‘ya yönelik yaptırımların artırılmasını ve »NATO Vurucu Güçlerinin« oluşturulmasını öngören kararlar, Ukrayna ihtilafının derinleşeceğine işaret etmekteydiler.
Rusya, arka bahçesi ve stratejik sınır bölgesi olarak gördüğü Ukrayna’daki gelişmelere kayıtsız değil. Yanukoviç’in alaşağı edilmesine Kırım’ın fiili ilhakıyla yanıt veren Rusya, gerek doğal gaz aracılığıyla, gerekse de ülkenin sınaî merkezi olan Doğu Ukrayna’nın Rusya ile olan ekonomik ilişkilerini kullanarak, Ukrayna’yı istikrarsızlaştırdı. Rusya’nın bu reaksiyonu da şaşırtıcı değildi, çünkü kendi sınırlarında temel çıkarlarına yönelik bir tehdide karşılık verdiği görüşünde.
Her ne kadar diplomatik çevrelerde, »Ukrayna’nın NATO ve Rusya arasında tarafsız bir tampon ülke olarak konumlandırılmasına« yönelik öneriler yapılıyor olsa da, emperyalist paylaşım mücadelesinin dinamiği böylesi bir çözümü olanaksız kılmaktadır. Bu açıdan Ukrayna, Avrupa’da yeniden bir savaş çıkartabilecek potansiyeli ile merkezi ihtilaf bölgelerinden birisi olarak 2015’deki gelişmelerin yönünü belirleyecek.
Almanya’nın »yeni sorumluluğu«
2015, Alman emperyalizminin küresel ihtilaflarda daha güçlü bir rol üstleneceği yıl olacak. ABD’nin Pasifik Bölgesine yönelme stratejisi, ABD ve AB arasındaki işbirliğinin derinleştirilmesini ve bu çerçevede AB çatısı altında Almanya’nın »yeni sorumluluklar« üstlenmesini gerekli kılmıştı.
Aslında Almanya yaklaşık 20 yıldan beri mütemadiyen bu »yeni sorumluluğu« üstlenmeye hazırlanıyor. 1992 yılında karar altına alınan »Savunma Politikaları Yönergesi« bugün hâlâ geçerli olan devlet aklını şöyle formüle etmişti: »Serbest ve engelsiz dünya ticareti ile denizlere ve doğal kaynaklara serbest ulaşımın sağlanması, [...] Almanya’nın güvenlik çıkarları arasındadır«. Bu formülasyon, »Alman ordusunun görevi, nakliyat yollarının ve hammadde kaynaklarına ulaşımın güvenliğini sağlamaktır« olarak tercüme edilebilir.
Almanya bu »sorumluluğu« üstlenebilmek için, son 20 yılda 100 milyar Euro’dan fazla parayla tarihinin en büyük silahlanma programını gerçekleştirdi. Bu programın ana taşıyıcı unsuru, ordu birlikleri ile gerekli teçhizatın havadan nakliyatıdır. Yeni üretilen A400 M nakliyat uçakları saldırı ve nakil helikopterlerini, zırhlı araçları ve son teknolojiyle donatılmış özel birlikleri kısa zamanda dünyanın muhtelif bölgelerine nakletme yeteneğine sahip. Kara kuvvetleri manevralarında »şehir savaşlarına« ve ayaklanmaları bastırma operasyonlarına ağırlık verirken, deniz kuvvetleri uzun menzilli ve gerektiğinde nükleer başlıklı roket atabilecek modern savaş gemileriyle donatıldı. Zorunlu askerlik kaldırılarak profesyonelleştirilen Federal Ordu, kara birliklerinin büyük bir bölümünü İnsansız Hava Araçları İHA’ların sağladığı dijital ağa bağlayarak, bilim-kurgu filmlerine konu olan teknolojik askerlere dönüştürdü.
Tüm bunların yanı sıra ülke içinde körüklenen »İslam düşmanlığı« ve dolaylı olarak devlet desteği verilen sağ popülist akımlar üzerinden, Almanya toplumda var olan savaş karşıtlığı kırılmaya ve emperyalist müdahale savaşlarına katılım meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. 2014’ün son aylarında çeşitli kentlerde ortaya çıkan kitlesel ırkçı protestolar, ekilen militarizm tohumlarının yeşermekte olduğunu göstermektedirler.
Türkiye burjuvazisi ile erk sahiplerinin en önemli iki stratejik partnerinden birisi olan Almanya, 2015’de AB çatısı altında ve ABD ile yakın işbirliğinde Doğu Avrupa, Akdeniz, Kuzey Afrika ülkeleri, Doğu ve Batı Afrika kıyı ülkeleri ile Ortadoğu’da yeni görevler üstlenen bir aktör olacak. AB’nin iç pazarına dönüşmesiyle ekonomik gücünü artıran Alman emperyalizmi, 2015’de devam edecek olan küresel ihtilafları, yeni dünya düzenini belirleyen kutuplardan birisi olma yönünde adım atmaya devam etmek için kullanacak.
Afganistan, Hindistan ve Pakistan
NATO’nun tarihindeki en büyük askerî operasyonu olan Afganistan ISAF operasyonunun 13 yıl sonra resmen bittiği ilân edildi, ama gayri resmi devam edecek. NATO, »Resolute Support« adı altında, çoğunluğunu ABD birliklerinin oluşturduğu 12.500 askeri Afganistan’da güya eğitim amacı ile konuşlandıracak. Sonuçta, bitti denilen Afganistan savaşı 2015’de de tüm hızıyla devam edecek.
»Kurtarılan« Afganistan dünyanın en yoksul ülkelerinden birisi. Ekonomisinin yüzde 95’i Batı tarafından gönderilen »yardımlara« dayanıyor. Taliban ve bölgesel savaş baronları hâlâ güçlüler ve Kabil’de gerçekleştirdikleri son terör saldırısı ile yenilmediklerini tekrar kanıtladılar.
Aslına bakılırsa »yenilmeleri« de planlanmıyordu, çünkü Afganistan, Orta Asya’daki enerji kaynakları açısından bir kontrol ve transfer mevkii olmasının yanı sıra, NATO birliklerinin, ama özellikle Alman ordusunun »her türlü savaşı yürütme yeteneğine sahip olacak profesyonelleşmesini ve dönüşümünü« sağlamak için büyük bir »antrenman sahası« hâline geldi. Afganistan ve Pakistan ABD ve Britanya ordularının İHA savaş konseptlerini geliştirmek için kullandıkları iki ülke. Son dört yıl içerisinde Afganistan ve Pakistan’da İHA’lar ile yapılan saldırılarda on bini aşkın insan yaşamını yitirdi. ABD ve Britanya’daki hükümetlere yakın araştırma ve strateji enstitüleri yaptıkları araştırmalarda, Afganistan ve Pakistan’ın İHA savaş konseptinin »mükemmelleştirilmesine« büyük katkı sağladıklarını ve programın devam etmesinin »mükemmelleştirme çalışmalarını destekleyeceğini« tespit ediyorlar. Yemen’de de benzer bir programın uygulandığı düşünülürse, IHA’ların 2015’de aynı yoğunlukta saldırılarda kullanılacakları ve sivil öldürmeye devam edecekleri öngörülebilir.
Afganistan ve nükleer güç olan Pakistan aynı zamanda ABD’nin Pasifik’e yönelme stratejisi için de önemli birer mevkii konumundadırlar. Bölgedeki bir diğer nükleer güç olan Hindistan »Vikrant« adlı uçak gemisini denize çıkartarak, Hint Okyanusu ve Pasifik’te etkin rol oynayacağını gösterdi. Hindistan’ın bu atılımı, Çin ile işbirliğini geliştiren »ezeli rakibi« Pakistan’a »oba altında sopa gösterme« anlamını da taşıyor. Ama bu ikincil önemde, çünkü asıl mesele Çin’in bölgedeki etkinliğini zayıflatmaktır.
Ticaret hacmini 4 trilyon Dolar’a çıkaran ve 2013’de 112,2 milyar Dolar ile silahlanmaya en fazla para harcayan ikinci ülke olan Çin, ABD tarafından »en önemli stratejik rakip« olarak görülmektedir. Pasifik’in Güney Çin Denizi olarak adlandırılan bölümünde dünya çapındaki en önemli deniz nakliyat yollarının bulunduğu, burada çeşitli ülkeler arasında balıkçılık, nakliyat yolları ve doğal kaynaklar konusunda muhtelif ihtilaflar olduğu, Çin’i dışlayan bir »Pasifik Serbest Ticaret Bölgesinin« oluşturulması için start verildiği, silahlanmaya 56 milyar Dolar harcayan Japonya’nın anayasa değişikliği ile yeniden militarizme yöneldiği ve ABD’nin deniz kuvvetlerinin üçte ikisini bu bölgede konuşlandırmak istediği düşünülürse, Pasifik sularının 2015’de ısınmaya devam edeceği ve yeni ihtilaflar yaratacağı söylenebilir.
Suriye ve Irak
Suriye ve Irak, Türkiye ve Kürdistan’ı yakından etkileyen en önemli ihtilaf bölgeleridir. Gazetemizin daha önceki sayılarında Suriye ve Irak dahil, bölgemizdeki ihtilafların arka planlarını açıklamaya çalışmıştık. O nedenle bu sefer daha çok emperyalist stratejilere değinmek istiyoruz.
Öncelikle şu gerçek unutulmamalıdır: Irak’ın toplumu, ekonomisi ve devlet yapısı ile parçalanmasının temel sorumlusu ABD emperyalizmidir. ABD, 1991-2003 yılları arasında uygulattığı ambargolar ve BM Şartı’nı çiğneyerek gerçekleştirdiği iki savaş ile Saddam Hüseyin rejiminin yıkılmasına ve bitmeyen çatışmaların başlamasına neden oldu. Savaş ve çatışmalar bugüne kadar 1 milyondan fazla insanın yaşamını yitirmesine ve şimdi sözde »İslam Devleti« adını alan mezhepçi terör milislerinin güçlenmesine yol açtı. Laik Baas partisinin eski askerî yöneticileri, Selefi gruplar ve Sünni aşiretlerin oluşturduğu tuhaf ittifak, ülkeyi terör girdabına soktu. ABD, NATO, Körfez despotları, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Irak merkezi hükümeti, mezhep çatışmalarının önüne geçmek yerine, bunları daha da körükleyen politikalar izlediler. Devamı biliniyor.
Bugün ise ABD’nin Türkiye, Katar, İsrail ve Suudi Arabistan gibi bölge güçlerini rahatsız eden bir stratejiye yöneldiğini görüyoruz, ki bu ABD’nin Pasifik stratejisiyle doğrudan bağlantılıdır. ABD, düne kadar düşman gördüğü İran ile yakınlaşarak, Irak-Kürdistan’ında »İstikrar Çapası« olarak adlandırdığı bir politika izliyor. İran’ın nükleer programı ile ilgili görüşmelerin hızlanması, Irak merkezi hükümetindeki »Maliki sorununun« ABD ve İran yönetimlerinin ortak çabasıyla çözülmesi (!) ve ABD’nin İran’ın »İslam Devletine« yönelik girişimlerine ses çıkartmaması, ABD-İran yakınlaşmasının hayli ilerlediğini gösteriyor. Diğer yandan ABD, »İslam Devleti« saldırılarını gerekçe göstererek, Erbil yakınlarında büyük bir askerî üs kurma çalışmalarını başlattı. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi parlamentosu bu planları onayladı. ABD basınında yer alan haberlere göre, bu üs ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli askerî karargâhı hâline getirilecek. Barzani yönetiminin »bağımsızlık« adımlarını şimdilik durduran ABD’nin uzun vadeli stratejik planları, Irak’ın 2015’deki önemli ihtilaf merkezlerinden birisi kalmaya devam edeceğini gösteriyor.
Suriye’deki gelişmeler ise biliniyor. Suriye, gerek emperyalist güçlerin, gerekse de Ortadoğu’da hakimiyet kavgasına girişen bölge güçlerinin savaş alanı hâline geldi. Türkiye, »İslam Devletini« Esad rejimine ve Suriye Kürtlerine karşı bir koz olarak desteklemeye devam ederken, Esad rejimi »İslam Devletine«, Suriye muhalifleri ile çatıştığı müddetçe dokunmadı. Suudi Arabistan ve Körfez despotları »İslam Devletine« askerî, maddî ve lojistik destek sağladılar, ama şimdi kendi yol açtıkları terörü ABD ile birlikte Suriye’ye müdahale için kullanıyorlar. Türkiye ise »İslam Devletini«, Esad rejimini alaşağı etme ve Rojava Devrimini boğma amaçlarına kullanmaya çalışıyor ve eski »Tampon Bölge« planlarını uygulamak için gerekçe olarak gösteriyor.
Diğer yandan Kobanê direnişiyle dünya gündemine giren Rojavalılar, dört yandan kuşatılmışlığa karşı direnmeye devam ediyorlar. Karşı devrim tehlikesi henüz bertaraf edilmiş değil. ABD öncülüğünde kurulan sözde koalisyon, »İslam Devletine« yönelik saldırıların dozunu kâh artırıp, kâh azaltarak Rojavalıları ehlileştirmeye ve Suriye planlarına dahil etmeye çalışıyor. Milyonlarca insanın yerinden edildiği, yüz binlercesinin katledildiği, insanlık mirası olan antik ve kültürel varlıkların talan edildiği Suriye, 2015’de hem kan gölü, hem de alternatif öz yönetim modellerinin ayakta tutulmaya çalışıldığı bir devrim ve ihtilaf bölgesi olmaya devam edecek.
Sonuç
Görüldüğü gibi, Türkiye ve Kürdistan’ın yer aldığı coğrafya, uluslararası siyaset, emperyalist güçlerin uzun vadeli stratejileri, bölge ülkelerindeki egemenlerin planları ve en önemlisi, bu coğrafyada yaşayan ezilen ve sömürülen halklar, emekçiler ve yoksulların geleceği açısından yaşamsal önem taşımaktadır. Her ne kadar emperyalist güçler ve işbirlikçileri olan bölge egemenleri bu coğrafyayı bir »Şeytan Üçgenine« dönüştürmeye çabalasalar da, günümüz Ortadoğu’sunda nesnel olarak devrimci-demokratik dönüşümlerin koşulları mevcuttur. Rojava Devrimi, bilhassa Kobanê direnişi ve bu bağlamda gösterilen uluslararası dayanışma, bu gerçeğe işaret etmektedir.
2015, Türkiye işçi sınıfının devrimci güçleri ile Kürdistan Özgürlük Hareketinin devrimci-demokratik güçlerinin önüne tarihsel bir meydan okuma ile çıkmaktadır. Türkiye ve Kürdistan’da gerçekleşebilecek devrimci-demokratik dönüşümler, ABD ve AB emperyalizmi ile bölge egemenlerinin bütün stratejilerini alt-üst etme potansiyelini taşımaktadırlar.

Türkiye ve Kürdistan’daki devrimci-demokratik güçler, sermaye diktatörlüğünden ibaret olan AKP rejimini temellerinden sarsacak bir siyasî-toplumsal alternatifi oluşturma şansına sahiptirler. Eğer Halkların Demokratik Kongresi, Birleşik Haziran Hareketi ve şu an bu iki oluşumun dışında yer alan Halk Evleri ve Halk Cephesi, ortak hareket etme basiretini gösterebilirlerse, sadece Türkiye’de değil, bütün bir coğrafyada başlayacak bir devrimci-demokratik dönüşüm ve burjuva iktidarlarını alaşağı etme sürecini tetikleyebilirler. Bu mücadele birliğini örmek, uygun olan koşulları bu yönde kullanmak, 2015’de Türkiye ve Kürdistan’daki devrimci-demokratik güçlerin, komünistlerin önünde duran en ivedi görevdir.