Uluslararası Af Örgütü’nün
Rojava Raporu ve olası etkileri üzerine
Kobanê direnişinin ardından Rojava’ya
yönelik enternasyonalist dayanışma büyük bir ivme kazanmıştı. Rojava,
Ortadoğu’nun etnik ve mezhep çatışmalarının ortasında uğruna mücadele edilesi
bir eşitlik vaadini yansıtıyordu. Şimdi ise Uluslararası Af Örgütü PYD’nin
öncülüğündeki yönetime ağır suçlamalar yöneltiyor. Halk Savunma Birlikleri YPG/YPJ’nin
köyleri yıktığı, Arap, Türkmen ve Kürt nüfusu keyfi biçimde yerinden ettiği,
hatta infaz tehdidinde bulunduğu iddia ediliyor.
Rapor tam da savaşın, Rusya’nın Suriye
hükümeti lehine doğrudan askeri müdahalesiyle yeni bir dönüm noktasına girdiği
bir zamanda yayınlandı. Rusya’nın müdahalesi, ABD öncülüğündeki koalisyon ile
aralarında Suriye’nin geleceğine yönelik olan rekabeti sertleştiriyor. Ama aynı
zamanda güvencesiz bir statüde olan Rojava’nın geleceğinin belirlenmesi
rekabetini de kızıştırıyor. Rapor, tam bir siyasi dönüm noktasında hem
enternasyonalist dayanışmanın politik-ahlaki temelini dinamitliyor, hem de
Rojava’nın kendi geleceğini belirlemedeki hareket alanlarını daraltıyor. O
açıdan, ABD ve müttefiklerinden Rojava’ya karşı tedbirler alınmasını talep eden
bu raporu güncel durumun ışığında değerlendirmek ivedi bir gereklilik oldu.
Uluslararası Af Örgütü’nün
suçlamaları
Rojava, Suriye’nin kuzeyinde ve yaklaşık üç
milyon insanın barındığı dar bir arazi şeridinden ibaret. Üç milyonun neredeyse
yarısı mülteci. Rojavalılar gereksinimlerinin çoğunu çok çetin savaş koşulları altında kendileri karşılıyor.
Kürt Hareketi’nin dayanışma ağları dışında uluslararası yardımlar hayli az ve genellikle
sol girişimler ile bir avuç profesyonel yardım kuruluşu tarafından sağlanıyorlar.
Üstelik Türkiye’nin, Irak Kürdistanı’nın da katılımıyla uyguladığı ambargo
yardımların yerine ulaşmasını çoğu zaman engellemekte veya zorlaştırmakta.
Rojava’nın enternasyonalist dayanışmanın
çekim noktası hâline gelmesi, siyasal ve sosyal yönelimi ile doğrudan bağlantılı.
İç savaş koşullarında üç kantonda PYD öncülüğünde Suriye devletinden
özerkliklerini ilân eden idari birimler kuruldu. Gerek idarede, gerekse de savunma
birliklerinde cinsiyet eşitliği ve farklı etnik ve dini kimliklerin temsilîyeti
sağlanmaya çalışılıyor.. Halkın karar verme mekanizmalarına yüksek katılımını sağlamak
içinse köy, mahalle, kent ve bölge meclisleri kuruldu. Fiyat kontrolü, hukuk
devleti anlayışına uygun yargılama ve ücretsiz ana dilde okul eğitimi özerklik
bölgesinde varılan toplumsal anlaşmanın öne çıkan özelliklerinden. Son derece
zor koşullar altında halkın temel gereksinimlerinin karşılanması için üretim
kooperatifleri kuruldu.
Af Örgütü’nün raporu Rojava’daki bu
özelliklere sahip özerk idareyi esas itibariyle sorguluyor. Rojava yönetiminin
izni ve koruması altında 14 köyü inceleyen Af Örgütü, İslam Devleti’ne sempati
duymakla veya İslam Devleti ile bağlantılı olmakla suçlanan köylülere intikam
eylemleriyle savaş suçu işlendiğini iddia ediyor.
Rapora göre savaş suçları YPG/YPJ
güçlerinin Kobanê ve Cizîrê arasındaki bölgeyi İslam Devleti’nin elinden
aldıkları dönemde işlenmiş. Rapor ayrıca İslam Devleti’nin Suriye ve Irak’ta
kontrolü altındaki bölgeler arasında bulunan ve 2015 Şubat’ında ağır çatışmalar
sonrasında YPG/YPJ’nin eline geçen stratejik bağlantı yolunun da incelendiğini
vurguluyor.
Af Örgütü 2015 Eylül ayında da Rojava’daki
hapishaneler hakkında bir rapor yayınlamıştı. Af Örgütü, engel görmeksizin
hükümlülerle yaptığı röportajlara dayanarak Rojava yönetimine keyfi
tutuklamalar, kötü muamele ve adil olmayan yargılamada bulunma suçlamasında
bulunmuştu. Rojava yönetiminin verdiği bilgilere göre, yaklaşık üç milyonluk
nüfusa nazaran hapiste bulunan hükümlülerin sayısı 400. İşkence yapıldığına
dair emare bulunmamış. Ancak, Af Örgütü ağır suçlamalarda bulunmak için bireysel
ifadeleri yeterli görmüş.
Aynı
yöntem yeni raporda da görülüyor. Uydu görüntüleriyle desteklenen tanık
ifadelerine dayanan raporda öne çıkan bir örnekte, 2014 Haziran’ında resimlerde
görülen toplam 225 binalı bir köyün, geriye sadece 14 bina kalacak derecede
yıkıldığı belirtiliyor. Tanıklara göre yıkımı bizzat YPG/YPJ güçleri
gerçekleştirmiş. Ancak, sadece tanık ifadelerine dayanan suçlamalara kanıt
olarak sunulan uydu resimleri, binaların nasıl, ne zaman ve kim tarafından
yıkıldığını açıklamıyor. Bir başka örnekte YPG/YPJ’nin köylüleri binayı terk
etmedikleri takdirde diri diri yakmakla tehdit ettiği iddia ediliyor.
Gerçi raporda YPG/YPJ ile Asayiş’in
görüşlerine de yer verilmiş, ancak bunlar raporun sonuç değerlendirmesinde hiç
bir rol oynamıyor. YPG/YPJ güçleri İslam Devleti ile ilişkisi olduğu tespit
edilenlere evlerini terk ettirdiklerini, bunu çatışmalar nedeniyle ve güvenlik
tedbiri olarak yaptıklarını, ancak hiçbir zaman bir bina veya köyü keyfi olarak
veya intikam almak için yıkmadıklarını vurguluyorlar.
Durumu toparlarsak: Rojava’da savaş durumu
hakim. Bombardımanlar sürekli gündemde ve nüfusun büyük bir kesimi yok edilme
tehlikesiyle karşı karşıya. Çatışmaların büyük alanların boşaltılmasına neden
olabileceği biliniyor. Kobanê direnişi esnasında da YPG/YPJ insanları
yaklaşmakta olan çetelerden korumak amacıyla yüzlerce köyü boşaltmışlardı.
Nitekim idari yapıların yeterince olgunlaşmadığı böylesi bir savaş ortamında
birey haklarının zedelenmesi, birey iradesine aykırı davranılması vb. hukuksuzluklar
söz konusu olabilmektedir.
Ve elbette bunlarla ilgili ifadeler ciddiye
alınmalı. Ancak Af Örgütü tanık ifadelerini mutlak gerçek hâline getirmekte.
Örgüt böylece tek yanlı olarak ve doğruluğunu başka yollarla kontrol etme
olanağı olmadan gaddar, acımasız ve sistematik savaş suçu işlendiği sonucuna
varıyor.
Nitekim Af Örgütü sorumlusu Lama Fakih bir
şüpheyle başlayan tespitini ağır bir suçlamayla noktalıyor: »Göründüğü kadarıyla Özerk Yönetim, İslam
Devletine karşı verdiği mücadelesinde ortada kalan sivillerin haklarını
topyekûn ayakları altına alıyor. Biz, çatışmalar sonucu olmayan büyük çaplı
yerinden etmeleri ve yıkımları gördük. Bu rapor, daha önce İslam Devletinin
kontrolü altında bulunan ya da bir azınlığın İslam Devletini desteklediğine
kanaat getirilen köylerdeki sivillere yönelik kasıtlı toplu cezalandırmaya
varan eşgüdümlü bir kampanyanın açık kanıtını ortaya çıkartmaktadır.«
Ardından da şu talepler sıralanıyor: »Özerk Yönetimi destekleyen veya onunla
koordineli askeri operasyon yürüten, Suriye’de İslam Devletine karşı ABD
öncülüğündeki koalisyonda mücadele veren tüm devletlere: Yasadışı yıkımları ve
uluslararası insani hukuku ihlal eden zorla yerinden etme uygulamalarını
kınayın; Özerk Yönetimin askeri yardımı, askeri koordinasyon dahil olmak üzere,
yasadışı yıkımlar ve zorla yerinden etme gibi uluslararası insan hakları
ihlallerinde bulunup suistimal etmesine karşı acil önlem alın.«
Yani Af Örgütü doğrudan »ABD öncülüğündeki
koalisyona« gerekli acil önlemleri alması için çağrıda bulunuyor. Bu talepleri
ele almadan ve raporu değerlendirmeden önce, Rusya’nın yakın zamandaki
müdahalesinin arka planında Rojava’nın güncel durumu ile ABD’nin Suriye
politikasını irdelemek gerekiyor, çünkü Af Örgütü’nün talepte bulunduğu ABD salt
koalisyon önderi değil, aynı zamanda bölgenin, tek olmasa da, en etkin güçlerinden
birisidir.
Küresel muharebe alanı:
Suriye
Suriye’deki sosyal ve demokratik kalkışmaya
paralel olarak ABD tarafından rejim değişikliği çabalarının başlatıldığını
tespit etmek için, Suriye hükümeti taraftarı olmaya gerek yok. Demokratik
muhalefet daha başlarda Suriye hükümeti ve hükümetin yurtdışından desteklenen
karşıtları arasında sıkıştırılıp yıpratıldı. ABD rejim değişikliği hedefinden
bugün de vazgeçmiş değil. ABD başlangıçta çabalarını muhalefeti Suriye İhvanı
öncülüğünde örgütlemeye ve »Özgür Suriye Ordusunu« (ÖSO) silahlandırmaya
yoğunlaştırdı. NATO üyeleri ve Körfez ülkelerinin »Suriye’nin dostları« adı
altında bir araya gelmelerinin ardından da, BM’de Suriye’yi Libya gibi
bombalama kararı çıkartılmak istendi.
Ancak Rusya ve Çin’in BM Güvenlik
Konseyi’nde veto koymaları sonucunda bu plan gerçekleştirilemedi. Suriye hem
Rusya için, hem de »Suriye’nin dostları« adlı koalisyon için stratejik önem
taşıyor. Rusya’nın eski Sovyet ülkeleri dışındaki ve Akdeniz’e geçişi sağlayan
tek askeri üssü Suriye’de bulunuyor. Gerek bu askeri üs, gerekse de
Akdeniz’deki doğal gaz kaynakları Rusya’nın angajmanında rol oynuyorlar. Ancak,
tek tek ülkelerin somut çıkarlarından ziyade Ortadoğu’nun piyasalarını, iş
gücünü ve doğal kaynaklarını kim kontrol edecek sorusu temel belirleyici
etkendir. Ki bu etken, bir tarafında Rusya, Suriye hükümeti, Lübnan Hizbullah’ı
ve İran’ın, diğer tarafında ise NATO, İsrail ve Körfez ülkelerinin durduğu bir
kutuplaşmaya yol açmıştır. Irak ise bölünmüş durumda ve kutuplar arasında
hareket etmektedir.
NATO lehine olan gelişmeleri, Ortadoğu’nun
dışına itilmeyi ve böylece dünya çapındaki güç dengesinin kendi aleyhine
değişmesini engellemek isteyen Rusya, Suriye’ye yönelik hava saldırılarını
vetosuyla olanaksız kılmıştı. Ancak veto, dolaylı kara müdahalelerini
engelleyemedi. Dünyanın çeşitli ülkelerinden Suriye ve Irak’a akın eden ve kimi
»Suriye dostunun« doğrudan desteğini alan cihatçılar, büyük etkinlik kazansalar
da, hâlâ halkın önemli bir bölümünün desteğini alan Suriye hükümetini
deviremediler. Bu gerçek, diğer bir gerçeği, yani Suriye hükümetinin barışçıl
protestoları ezen bir diktatörlük olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Gene de bu,
halkın büyük bir çoğunluğunu karşısına aldığı gerekçesiyle kısa sürede
hükümetin yıkılacağı öngörüleriyle çelişiyor. Diğer taraftan Lübnan Hizbullahı
ile İran’ın müdahalesiyle, dünyanın her tarafından akın eden cihatçıların
baskısı altında Suriye’nin askeri yenilgisi ertelenmiş oldu.
Cihatçıların ortaya çıkmaları ve
güçlenmeleri doğrudan »Suriye dostlarının« kontrolünde olmadı, ama – Batılılar
dahil olmak üzere - »Suriye dostlarının« dostça ve müsamahalı tavrı altında
oldu, ki dolaylı yollardan gönderdikleri silahlar cihatçıların da eline geçti. Muhalif
güçler arasında bugün belirleyici konumda olan cihatçılar son dönemde bir hayli
ilerlemişlerdi. Nitekim, neredeyse beş yıldır süren savaşta çok yıpranan
rejimin çökmesini engelleyen son hamle Rusya’nın doğrudan savaşa katılması
oldu. Rusya’nın salt İslam Devleti’ne karşı değil, aynı zamanda El-Nusra
Cephesi ile Körfez ülkeleri ve Türkiye’nin doğrudan desteklediği Ahrar Aş-Şam
örgütüne karşı da saldırıda bulunması, sonuç itibariyle ABD öncülüğündeki
koalisyonun hareket alanını daralttı ve CIA’nin Suriye hükümetine yönelik gizli
planlarının dünya kamuoyunda ifşa olmasına yol açtı.
Rusya’nın bombardımanlarıyla CIA tarafından
silahlandırılan – ABD medyasının haberlerine göre bir kaç bin – savaşçının
Suriye’de savaştığı ABD’nin seçkin siyasetçisi John McCain’nin beyanlarından öğrenildi.
CIA’nin gizlice eğitip donattığı söylenen isyancıların, İslam Devleti’yle
çatışmaların yaşanmadığı bölgelerde Rus savaş uçakları tarafından hedef alındığı
iddia ediliyor. ABD’nin Rusya’yı İslam Devleti’ni değil de CIA’nin müttefiklerini
vurmakla suçlaması bir hayli ironik. Nihâyetinde bu bilgiden, vurulan savaşçıların
– ABD’nin ağzına bakan Batı medyalarının tekerlemelerine ters düşecek şekilde –
İslam Devleti’ne karşı değil, Suriye hükümetine karşı savaştıkları sonucu
çıkıyor. ABD bunu hep yalanlıyordu. Böylelikle CIA’nin silah nakliyatları ve
gizli programları üzerine verilen haberler de teyit edilmiş oldu.
Suudi Arabistan ve Katar Rusya’nın
müdahalesine, Suriye’deki müttefiklerine yönelik yardımları artıracaklarını
ilân ederek reaksiyon gösterdiler. PYD ise tam tersine Rojava ile diplomatik
ilişkiler sürdüren Rusya’nın askeri müdahalesini selamladı. PYD, Rusya’nın
müdahalesinin Türkiye’nin Rojava’ya askeri müdahalede bulunma olasılığını
azalttığını düşünüyor. Diğer taraftan demokratik bir Suriye ve Beşşar Esad’ın
görevi bırakması için pozisyon alan PYD, Suriye hükümetinin cihatçılar
tarafından alaşağı edilmesine karşı çıkıyor. PYD bu yaklaşımıyla hükümet
karşıtı ittifakın ana hattıyla çelişmektedir. Sonuçta hükümet karşıtı ittifak,
her ne kadar içinde favorize edilen aktörlere yönelik farklı görüşleri
barındırsa da, Suriye hükümetinin yıkılmasını hedefliyor. Bu hedefe ulaşmak
için cihatçılar da destekleniyor, Suriye’lilerin geleceği ise kaale alınmıyor.
PYD yeni savaş cephesi açmamakta kararlı,
çünkü asıl tehdit olarak cihatçıları görüyor. YPG/YPJ güçleri Haseke
yakınındaki bölgede Suriye ordusu ile birlikte İslam Devleti çetelerine karşı
mücadele veriyorlar. Aynı zamanda İslam Devleti çetelerinin koordinatlarını
verdikleri ABD ile işbirliği içerisindeler. Türkiye’nin Rojava’ya doğrudan
saldırmasını engellemiş olsa da bu işbirliğinin sınırları da gözüktü. Batı, AKP
hükümetinin Rojava ile sıkı bağları olan Türkiye’deki Kürt hareketine yönelik
saldırılarına göz yumuyor. Bununla birlikte Türkiye’ye ABD tarafından Batı
Suriye’deki Efrîn kantonunun diğer kantonlarla bağlantılı hâle getirilme
çabalarının desteklenmeyeceğine dair söz verilmiş olduğu anlaşılıyor. YPG/YPJ
güçleri Cizîrê kantonuyla Kobanê kantonunu birbirlerine bağlayan dar koridoru
geçen yaz İslam Devleti güçlerinin elinden almışlardı. Efrîn kantonu ise diğer
iki kantondan İslam Devleti ve Türkiye’nin desteklediği diğer gruplar
tarafından kontrol edilen bir bölge ile ayrılıyor.
ABD şimdi Rojava’yı farklı bir çizgiye
çekmeye çalışıyor. Görüldüğü kadarıyla Suriye’de İslam Devleti’nin kalesi olan
Rakka kentini YPG/YPJ ve başka grupların yardımıyla düşürmek istiyor. Bunun için şimdiden on binlerce
savaşçısı olan »Suriye Demokratik Güçleri« kuruldu bile. Ancak böylesi bir
operasyona katılmak YPG/YPJ güçleri açısından ciddi riskler taşıyor. Doğrudan
Rojava’nın savunulması sayılmayacak bir operasyonda büyük kayıplar verilmesi
söz konusuyken, Arap nüfusunun bu güçleri Amerikan-Kürt işgal güçleri olarak
algılama tehlikesi bulunuyor.
Rojava’nın ABD ile girdiği işbirliğinin
getirdiği bu belirsizliklerin yanı sıra, ABD’nin zamanı geldiğinde Rojava için
güvenli bir statü sağlanmasını desteklemesi son derece şüpheli. YPG/YPJ ile
yürütülen askeri işbirliği ABD’nin işine gelirken, Rojava’nın siyaseten
tanınmasını desteklemiyor. Rusya ise uzun zamandan beri PYD’nin uluslararası müzakerelere
bağımsız taraf olarak katılması gerektiğini savunuyor. Ayrıca Rusya’nın Şam’a
Rojava’nın fiili özerkliğine Suriye içerisinde yasal bir statü tanınması için
baskı yapması da söz konusu olabilir. Buna karşın ABD’nin kurduğu Suriye
muhalefeti ve ABD’nin partneri olan Türkiye, Rojava’nın tanınmasını her açıdan
reddediyorlar.
Enternasyonalist dayanışma
Sonuç itibariyle Rojava, Kobanê
direnişinden bir yıl sonra çetrefil bir durumda. Savaşın yoğunluğu azalmış
değil. Askeri-taktiksel ve jeostratejik yaklaşımlar her gelişmeyi belirliyor.
PYD, askeri ve mali kaynakları son derece güçlü olan farklı güçlerin çıkarları
arasında cebelleşmek zorunda. Bu cebelleşmesiyle – uluslararası arenada
kurtuluşçu güçlerin etkin olmaması nedeniyle – kendisine hareket alanı
yaratacak bir denge kurmaya çalışıyor. Rojavalıların hükümet karşıtı ittifakın
konumlanışı ve ABD’nin felakete yol açan Ortadoğu politikaları karşısında bu
ittifaka bağımlı kalmak istememeleri anlaşılır bir yaklaşımdır. Rojava’nın
Rusya’ya olası yakınlaşması da bu ışıkta değerlendirilmeli ve Rusya ile Suriye
hükümetine teslimiyet olarak algılanmamalıdır.
Ancak ABD ve Rojava arasında önceliklerin
belirlenmesinde ortaya çıkabilecek aşılmaz çelişkiler söz konusu olur veya iç
savaş daha da sertleşirse, dahası ABD ve Rusya arasında doğrudan bir ihtilaf
doğarsa, Rojava’nın taraflardan birisini seçmek zorunda kalması gerekebilir.
Rusya ile olası bir yakınlaşmanın, Rojava projesinde hiç bir değişim
olmaksızın, Batı’daki sempatilerin önemli ölçüde azalmasına yol açacağını
şimdiden öngörmek olanaklıdır.
Bu arka plan karşısında Af Örgütü raporunun
kritik bir rol oynadığı görülmelidir. Temeli yeterince sağlam olmayan ve
doğruluğu teyit edilemeyen bir araştırma, Rojava’ya »savaş suçu« işlediği
suçlamasını yapmaya ve ABD öncülüğündeki koalisyondan yaptırım talep etmeye
yeterli görülüyor. Özellikle savaş kışkırtıcı rolü açıkça tescil edilmiş olan
ve Suriye’de uluslararası hukuka aykırı davranan ABD, Af Örgütü tarafından
uluslararası hukukun muhafızı konumuna yükseltiliyor. Çağrıda bulunulan
koalisyonun üyeleri arasında İslam Devleti’ni ve diğer cihatçıları
desteklemekten ve bunların işledikleri vahşi suçlara gözlerini kapatmaktan
çekinmeyen Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye gibi ülkelerin olduğunu gözümüzün
önüne getirelim. Af Örgütü, hukuk devleti ve demokratik standartların kaale
alınmadığı ve baskıcı rejimlerin iktidarda olduğu bu ülkelerden Rojava’ya
yaptırım uygulamaları talebinde bulunuyor.
Eğer bu kötü bir şaka değilse, o zaman
sadece Af Örgütü’nün tarihin doğru tarafında durduğuna emin oluşunun kibri ile
açıklanabilir. Raporu siyaseten değerlendiren kimi yorumcunun şüphesi de yersiz
değil. Onlar raporu, Rojava’yı disipline etme çabası olarak ve Rojava’yı kendi
önceliklerine çekmeye çalışan ABD politikasıyla bağlantılı görüyorlar. Bu tür
doğrudan bir bağlantı bulunmasa da Af Örgütü’nün saygınlığı göz önünde
bulundurulduğunda rapor, Rojava’ya ne kadar kısa sürede uluslararası planda
itibarının düşürülebileceğini ve izolasyonunun artırılabileceğini gösteriyor.
Bu nedenle enternasyonalist güçlere düşen
karşıt kamuoyu yaratma ve gündemin hegemonik siyasi güçler ve örgütler
tarafından belirlenmesini engelleme görevi daha da önem kazanıyor. Verili
koşullar altında öncelikli gaye, ambargo altında tutulan Rojavalılara doğrudan
yardımın örgütlenmesine devam edilmesidir.