11 Kas 2015

Cepheler Arasındaki Rojava - Errol Babacan / Murat Çakır

Uluslararası Af Örgütü’nün Rojava Raporu ve olası etkileri üzerine
Kobanê direnişinin ardından Rojava’ya yönelik enternasyonalist dayanışma büyük bir ivme kazanmıştı. Rojava, Ortadoğu’nun etnik ve mezhep çatışmalarının ortasında uğruna mücadele edilesi bir eşitlik vaadini yansıtıyordu. Şimdi ise Uluslararası Af Örgütü PYD’nin öncülüğündeki yönetime ağır suçlamalar yöneltiyor. Halk Savunma Birlikleri YPG/YPJ’nin köyleri yıktığı, Arap, Türkmen ve Kürt nüfusu keyfi biçimde yerinden ettiği, hatta infaz tehdidinde bulunduğu iddia ediliyor.

Rapor tam da savaşın, Rusya’nın Suriye hükümeti lehine doğrudan askeri müdahalesiyle yeni bir dönüm noktasına girdiği bir zamanda yayınlandı. Rusya’nın müdahalesi, ABD öncülüğündeki koalisyon ile aralarında Suriye’nin geleceğine yönelik olan rekabeti sertleştiriyor. Ama aynı zamanda güvencesiz bir statüde olan Rojava’nın geleceğinin belirlenmesi rekabetini de kızıştırıyor. Rapor, tam bir siyasi dönüm noktasında hem enternasyonalist dayanışmanın politik-ahlaki temelini dinamitliyor, hem de Rojava’nın kendi geleceğini belirlemedeki hareket alanlarını daraltıyor. O açıdan, ABD ve müttefiklerinden Rojava’ya karşı tedbirler alınmasını talep eden bu raporu güncel durumun ışığında değerlendirmek ivedi bir gereklilik oldu.
Uluslararası Af Örgütü’nün suçlamaları
Rojava, Suriye’nin kuzeyinde ve yaklaşık üç milyon insanın barındığı dar bir arazi şeridinden ibaret. Üç milyonun neredeyse yarısı mülteci. Rojavalılar gereksinimlerinin çoğunu çok  çetin savaş koşulları altında kendileri karşılıyor. Kürt Hareketi’nin dayanışma ağları dışında uluslararası yardımlar hayli az ve genellikle sol girişimler ile bir avuç profesyonel yardım kuruluşu tarafından sağlanıyorlar. Üstelik Türkiye’nin, Irak Kürdistanı’nın da katılımıyla uyguladığı ambargo yardımların yerine ulaşmasını çoğu zaman engellemekte veya zorlaştırmakta.
Rojava’nın enternasyonalist dayanışmanın çekim noktası hâline gelmesi, siyasal ve sosyal yönelimi ile doğrudan bağlantılı. İç savaş koşullarında üç kantonda PYD öncülüğünde Suriye devletinden özerkliklerini ilân eden idari birimler kuruldu. Gerek idarede, gerekse de savunma birliklerinde cinsiyet eşitliği ve farklı etnik ve dini kimliklerin temsilîyeti sağlanmaya çalışılıyor.. Halkın karar verme mekanizmalarına yüksek katılımını sağlamak içinse köy, mahalle, kent ve bölge meclisleri kuruldu. Fiyat kontrolü, hukuk devleti anlayışına uygun yargılama ve ücretsiz ana dilde okul eğitimi özerklik bölgesinde varılan toplumsal anlaşmanın öne çıkan özelliklerinden. Son derece zor koşullar altında halkın temel gereksinimlerinin karşılanması için üretim kooperatifleri kuruldu.
Af Örgütü’nün raporu Rojava’daki bu özelliklere sahip özerk idareyi esas itibariyle sorguluyor. Rojava yönetiminin izni ve koruması altında 14 köyü inceleyen Af Örgütü, İslam Devleti’ne sempati duymakla veya İslam Devleti ile bağlantılı olmakla suçlanan köylülere intikam eylemleriyle savaş suçu işlendiğini iddia ediyor.
Rapora göre savaş suçları YPG/YPJ güçlerinin Kobanê ve Cizîrê arasındaki bölgeyi İslam Devleti’nin elinden aldıkları dönemde işlenmiş. Rapor ayrıca İslam Devleti’nin Suriye ve Irak’ta kontrolü altındaki bölgeler arasında bulunan ve 2015 Şubat’ında ağır çatışmalar sonrasında YPG/YPJ’nin eline geçen stratejik bağlantı yolunun da incelendiğini vurguluyor.
Af Örgütü 2015 Eylül ayında da Rojava’daki hapishaneler hakkında bir rapor yayınlamıştı. Af Örgütü, engel görmeksizin hükümlülerle yaptığı röportajlara dayanarak Rojava yönetimine keyfi tutuklamalar, kötü muamele ve adil olmayan yargılamada bulunma suçlamasında bulunmuştu. Rojava yönetiminin verdiği bilgilere göre, yaklaşık üç milyonluk nüfusa nazaran hapiste bulunan hükümlülerin sayısı 400. İşkence yapıldığına dair emare bulunmamış. Ancak, Af Örgütü ağır suçlamalarda bulunmak için bireysel ifadeleri yeterli görmüş.
Aynı  yöntem yeni raporda da görülüyor. Uydu görüntüleriyle desteklenen tanık ifadelerine dayanan raporda öne çıkan bir örnekte, 2014 Haziran’ında resimlerde görülen toplam 225 binalı bir köyün, geriye sadece 14 bina kalacak derecede yıkıldığı belirtiliyor. Tanıklara göre yıkımı bizzat YPG/YPJ güçleri gerçekleştirmiş. Ancak, sadece tanık ifadelerine dayanan suçlamalara kanıt olarak sunulan uydu resimleri, binaların nasıl, ne zaman ve kim tarafından yıkıldığını açıklamıyor. Bir başka örnekte YPG/YPJ’nin köylüleri binayı terk etmedikleri takdirde diri diri yakmakla tehdit ettiği iddia ediliyor.
Gerçi raporda YPG/YPJ ile Asayiş’in görüşlerine de yer verilmiş, ancak bunlar raporun sonuç değerlendirmesinde hiç bir rol oynamıyor. YPG/YPJ güçleri İslam Devleti ile ilişkisi olduğu tespit edilenlere evlerini terk ettirdiklerini, bunu çatışmalar nedeniyle ve güvenlik tedbiri olarak yaptıklarını, ancak hiçbir zaman bir bina veya köyü keyfi olarak veya intikam almak için yıkmadıklarını vurguluyorlar.
Durumu toparlarsak: Rojava’da savaş durumu hakim. Bombardımanlar sürekli gündemde ve nüfusun büyük bir kesimi yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya. Çatışmaların büyük alanların boşaltılmasına neden olabileceği biliniyor. Kobanê direnişi esnasında da YPG/YPJ insanları yaklaşmakta olan çetelerden korumak amacıyla yüzlerce köyü boşaltmışlardı. Nitekim idari yapıların yeterince olgunlaşmadığı böylesi bir savaş ortamında birey haklarının zedelenmesi, birey iradesine aykırı davranılması vb. hukuksuzluklar söz konusu olabilmektedir.
Ve elbette bunlarla ilgili ifadeler ciddiye alınmalı. Ancak Af Örgütü tanık ifadelerini mutlak gerçek hâline getirmekte. Örgüt böylece tek yanlı olarak ve doğruluğunu başka yollarla kontrol etme olanağı olmadan gaddar, acımasız ve sistematik savaş suçu işlendiği sonucuna varıyor.
Nitekim Af Örgütü sorumlusu Lama Fakih bir şüpheyle başlayan tespitini ağır bir suçlamayla noktalıyor: »Göründüğü kadarıyla Özerk Yönetim, İslam Devletine karşı verdiği mücadelesinde ortada kalan sivillerin haklarını topyekûn ayakları altına alıyor. Biz, çatışmalar sonucu olmayan büyük çaplı yerinden etmeleri ve yıkımları gördük. Bu rapor, daha önce İslam Devletinin kontrolü altında bulunan ya da bir azınlığın İslam Devletini desteklediğine kanaat getirilen köylerdeki sivillere yönelik kasıtlı toplu cezalandırmaya varan eşgüdümlü bir kampanyanın açık kanıtını ortaya çıkartmaktadır.«
Ardından da şu talepler sıralanıyor: »Özerk Yönetimi destekleyen veya onunla koordineli askeri operasyon yürüten, Suriye’de İslam Devletine karşı ABD öncülüğündeki koalisyonda mücadele veren tüm devletlere: Yasadışı yıkımları ve uluslararası insani hukuku ihlal eden zorla yerinden etme uygulamalarını kınayın; Özerk Yönetimin askeri yardımı, askeri koordinasyon dahil olmak üzere, yasadışı yıkımlar ve zorla yerinden etme gibi uluslararası insan hakları ihlallerinde bulunup suistimal etmesine karşı acil önlem alın.«
Yani Af Örgütü doğrudan »ABD öncülüğündeki koalisyona« gerekli acil önlemleri alması için çağrıda bulunuyor. Bu talepleri ele almadan ve raporu değerlendirmeden önce, Rusya’nın yakın zamandaki müdahalesinin arka planında Rojava’nın güncel durumu ile ABD’nin Suriye politikasını irdelemek gerekiyor, çünkü Af Örgütü’nün talepte bulunduğu ABD salt koalisyon önderi değil, aynı zamanda bölgenin, tek olmasa da, en etkin güçlerinden birisidir.
Küresel muharebe alanı: Suriye
Suriye’deki sosyal ve demokratik kalkışmaya paralel olarak ABD tarafından rejim değişikliği çabalarının başlatıldığını tespit etmek için, Suriye hükümeti taraftarı olmaya gerek yok. Demokratik muhalefet daha başlarda Suriye hükümeti ve hükümetin yurtdışından desteklenen karşıtları arasında sıkıştırılıp yıpratıldı. ABD rejim değişikliği hedefinden bugün de vazgeçmiş değil. ABD başlangıçta çabalarını muhalefeti Suriye İhvanı öncülüğünde örgütlemeye ve »Özgür Suriye Ordusunu« (ÖSO) silahlandırmaya yoğunlaştırdı. NATO üyeleri ve Körfez ülkelerinin »Suriye’nin dostları« adı altında bir araya gelmelerinin ardından da, BM’de Suriye’yi Libya gibi bombalama kararı çıkartılmak istendi.
Ancak Rusya ve Çin’in BM Güvenlik Konseyi’nde veto koymaları sonucunda bu plan gerçekleştirilemedi. Suriye hem Rusya için, hem de »Suriye’nin dostları« adlı koalisyon için stratejik önem taşıyor. Rusya’nın eski Sovyet ülkeleri dışındaki ve Akdeniz’e geçişi sağlayan tek askeri üssü Suriye’de bulunuyor. Gerek bu askeri üs, gerekse de Akdeniz’deki doğal gaz kaynakları Rusya’nın angajmanında rol oynuyorlar. Ancak, tek tek ülkelerin somut çıkarlarından ziyade Ortadoğu’nun piyasalarını, iş gücünü ve doğal kaynaklarını kim kontrol edecek sorusu temel belirleyici etkendir. Ki bu etken, bir tarafında Rusya, Suriye hükümeti, Lübnan Hizbullah’ı ve İran’ın, diğer tarafında ise NATO, İsrail ve Körfez ülkelerinin durduğu bir kutuplaşmaya yol açmıştır. Irak ise bölünmüş durumda ve kutuplar arasında hareket etmektedir.
NATO lehine olan gelişmeleri, Ortadoğu’nun dışına itilmeyi ve böylece dünya çapındaki güç dengesinin kendi aleyhine değişmesini engellemek isteyen Rusya, Suriye’ye yönelik hava saldırılarını vetosuyla olanaksız kılmıştı. Ancak veto, dolaylı kara müdahalelerini engelleyemedi. Dünyanın çeşitli ülkelerinden Suriye ve Irak’a akın eden ve kimi »Suriye dostunun« doğrudan desteğini alan cihatçılar, büyük etkinlik kazansalar da, hâlâ halkın önemli bir bölümünün desteğini alan Suriye hükümetini deviremediler. Bu gerçek, diğer bir gerçeği, yani Suriye hükümetinin barışçıl protestoları ezen bir diktatörlük olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Gene de bu, halkın büyük bir çoğunluğunu karşısına aldığı gerekçesiyle kısa sürede hükümetin yıkılacağı öngörüleriyle çelişiyor. Diğer taraftan Lübnan Hizbullahı ile İran’ın müdahalesiyle, dünyanın her tarafından akın eden cihatçıların baskısı altında Suriye’nin askeri yenilgisi ertelenmiş oldu.
Cihatçıların ortaya çıkmaları ve güçlenmeleri doğrudan »Suriye dostlarının« kontrolünde olmadı, ama – Batılılar dahil olmak üzere - »Suriye dostlarının« dostça ve müsamahalı tavrı altında oldu, ki dolaylı yollardan gönderdikleri silahlar cihatçıların da eline geçti. Muhalif güçler arasında bugün belirleyici konumda olan cihatçılar son dönemde bir hayli ilerlemişlerdi. Nitekim, neredeyse beş yıldır süren savaşta çok yıpranan rejimin çökmesini engelleyen son hamle Rusya’nın doğrudan savaşa katılması oldu. Rusya’nın salt İslam Devleti’ne karşı değil, aynı zamanda El-Nusra Cephesi ile Körfez ülkeleri ve Türkiye’nin doğrudan desteklediği Ahrar Aş-Şam örgütüne karşı da saldırıda bulunması, sonuç itibariyle ABD öncülüğündeki koalisyonun hareket alanını daralttı ve CIA’nin Suriye hükümetine yönelik gizli planlarının dünya kamuoyunda ifşa olmasına yol açtı.
Rusya’nın bombardımanlarıyla CIA tarafından silahlandırılan – ABD medyasının haberlerine göre bir kaç bin – savaşçının Suriye’de savaştığı ABD’nin seçkin siyasetçisi John McCain’nin beyanlarından öğrenildi. CIA’nin gizlice eğitip donattığı söylenen isyancıların, İslam Devleti’yle çatışmaların yaşanmadığı bölgelerde Rus savaş uçakları tarafından hedef alındığı iddia ediliyor. ABD’nin Rusya’yı İslam Devleti’ni değil de CIA’nin müttefiklerini vurmakla suçlaması bir hayli ironik. Nihâyetinde bu bilgiden, vurulan savaşçıların – ABD’nin ağzına bakan Batı medyalarının tekerlemelerine ters düşecek şekilde – İslam Devleti’ne karşı değil, Suriye hükümetine karşı savaştıkları sonucu çıkıyor. ABD bunu hep yalanlıyordu. Böylelikle CIA’nin silah nakliyatları ve gizli programları üzerine verilen haberler de teyit edilmiş oldu.
Suudi Arabistan ve Katar Rusya’nın müdahalesine, Suriye’deki müttefiklerine yönelik yardımları artıracaklarını ilân ederek reaksiyon gösterdiler. PYD ise tam tersine Rojava ile diplomatik ilişkiler sürdüren Rusya’nın askeri müdahalesini selamladı. PYD, Rusya’nın müdahalesinin Türkiye’nin Rojava’ya askeri müdahalede bulunma olasılığını azalttığını düşünüyor. Diğer taraftan demokratik bir Suriye ve Beşşar Esad’ın görevi bırakması için pozisyon alan PYD, Suriye hükümetinin cihatçılar tarafından alaşağı edilmesine karşı çıkıyor. PYD bu yaklaşımıyla hükümet karşıtı ittifakın ana hattıyla çelişmektedir. Sonuçta hükümet karşıtı ittifak, her ne kadar içinde favorize edilen aktörlere yönelik farklı görüşleri barındırsa da, Suriye hükümetinin yıkılmasını hedefliyor. Bu hedefe ulaşmak için cihatçılar da destekleniyor, Suriye’lilerin geleceği ise kaale alınmıyor.
PYD yeni savaş cephesi açmamakta kararlı, çünkü asıl tehdit olarak cihatçıları görüyor. YPG/YPJ güçleri Haseke yakınındaki bölgede Suriye ordusu ile birlikte İslam Devleti çetelerine karşı mücadele veriyorlar. Aynı zamanda İslam Devleti çetelerinin koordinatlarını verdikleri ABD ile işbirliği içerisindeler. Türkiye’nin Rojava’ya doğrudan saldırmasını engellemiş olsa da bu işbirliğinin sınırları da gözüktü. Batı, AKP hükümetinin Rojava ile sıkı bağları olan Türkiye’deki Kürt hareketine yönelik saldırılarına göz yumuyor. Bununla birlikte Türkiye’ye ABD tarafından Batı Suriye’deki Efrîn kantonunun diğer kantonlarla bağlantılı hâle getirilme çabalarının desteklenmeyeceğine dair söz verilmiş olduğu anlaşılıyor. YPG/YPJ güçleri Cizîrê kantonuyla Kobanê kantonunu birbirlerine bağlayan dar koridoru geçen yaz İslam Devleti güçlerinin elinden almışlardı. Efrîn kantonu ise diğer iki kantondan İslam Devleti ve Türkiye’nin desteklediği diğer gruplar tarafından kontrol edilen bir bölge ile ayrılıyor.
ABD şimdi Rojava’yı farklı bir çizgiye çekmeye çalışıyor. Görüldüğü kadarıyla Suriye’de İslam Devleti’nin kalesi olan Rakka kentini YPG/YPJ ve başka grupların yardımıyla düşürmek  istiyor. Bunun için şimdiden on binlerce savaşçısı olan »Suriye Demokratik Güçleri« kuruldu bile. Ancak böylesi bir operasyona katılmak YPG/YPJ güçleri açısından ciddi riskler taşıyor. Doğrudan Rojava’nın savunulması sayılmayacak bir operasyonda büyük kayıplar verilmesi söz konusuyken, Arap nüfusunun bu güçleri Amerikan-Kürt işgal güçleri olarak algılama tehlikesi bulunuyor.
Rojava’nın ABD ile girdiği işbirliğinin getirdiği bu belirsizliklerin yanı sıra, ABD’nin zamanı geldiğinde Rojava için güvenli bir statü sağlanmasını desteklemesi son derece şüpheli. YPG/YPJ ile yürütülen askeri işbirliği ABD’nin işine gelirken, Rojava’nın siyaseten tanınmasını desteklemiyor. Rusya ise uzun zamandan beri PYD’nin uluslararası müzakerelere bağımsız taraf olarak katılması gerektiğini savunuyor. Ayrıca Rusya’nın Şam’a Rojava’nın fiili özerkliğine Suriye içerisinde yasal bir statü tanınması için baskı yapması da söz konusu olabilir. Buna karşın ABD’nin kurduğu Suriye muhalefeti ve ABD’nin partneri olan Türkiye, Rojava’nın tanınmasını her açıdan reddediyorlar.
Enternasyonalist dayanışma
Sonuç itibariyle Rojava, Kobanê direnişinden bir yıl sonra çetrefil bir durumda. Savaşın yoğunluğu azalmış değil. Askeri-taktiksel ve jeostratejik yaklaşımlar her gelişmeyi belirliyor. PYD, askeri ve mali kaynakları son derece güçlü olan farklı güçlerin çıkarları arasında cebelleşmek zorunda. Bu cebelleşmesiyle – uluslararası arenada kurtuluşçu güçlerin etkin olmaması nedeniyle – kendisine hareket alanı yaratacak bir denge kurmaya çalışıyor. Rojavalıların hükümet karşıtı ittifakın konumlanışı ve ABD’nin felakete yol açan Ortadoğu politikaları karşısında bu ittifaka bağımlı kalmak istememeleri anlaşılır bir yaklaşımdır. Rojava’nın Rusya’ya olası yakınlaşması da bu ışıkta değerlendirilmeli ve Rusya ile Suriye hükümetine teslimiyet olarak algılanmamalıdır.
Ancak ABD ve Rojava arasında önceliklerin belirlenmesinde ortaya çıkabilecek aşılmaz çelişkiler söz konusu olur veya iç savaş daha da sertleşirse, dahası ABD ve Rusya arasında doğrudan bir ihtilaf doğarsa, Rojava’nın taraflardan birisini seçmek zorunda kalması gerekebilir. Rusya ile olası bir yakınlaşmanın, Rojava projesinde hiç bir değişim olmaksızın, Batı’daki sempatilerin önemli ölçüde azalmasına yol açacağını şimdiden öngörmek olanaklıdır.
Bu arka plan karşısında Af Örgütü raporunun kritik bir rol oynadığı görülmelidir. Temeli yeterince sağlam olmayan ve doğruluğu teyit edilemeyen bir araştırma, Rojava’ya »savaş suçu« işlediği suçlamasını yapmaya ve ABD öncülüğündeki koalisyondan yaptırım talep etmeye yeterli görülüyor. Özellikle savaş kışkırtıcı rolü açıkça tescil edilmiş olan ve Suriye’de uluslararası hukuka aykırı davranan ABD, Af Örgütü tarafından uluslararası hukukun muhafızı konumuna yükseltiliyor. Çağrıda bulunulan koalisyonun üyeleri arasında İslam Devleti’ni ve diğer cihatçıları desteklemekten ve bunların işledikleri vahşi suçlara gözlerini kapatmaktan çekinmeyen Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye gibi ülkelerin olduğunu gözümüzün önüne getirelim. Af Örgütü, hukuk devleti ve demokratik standartların kaale alınmadığı ve baskıcı rejimlerin iktidarda olduğu bu ülkelerden Rojava’ya yaptırım uygulamaları talebinde bulunuyor.
Eğer bu kötü bir şaka değilse, o zaman sadece Af Örgütü’nün tarihin doğru tarafında durduğuna emin oluşunun kibri ile açıklanabilir. Raporu siyaseten değerlendiren kimi yorumcunun şüphesi de yersiz değil. Onlar raporu, Rojava’yı disipline etme çabası olarak ve Rojava’yı kendi önceliklerine çekmeye çalışan ABD politikasıyla bağlantılı görüyorlar. Bu tür doğrudan bir bağlantı bulunmasa da Af Örgütü’nün saygınlığı göz önünde bulundurulduğunda rapor, Rojava’ya ne kadar kısa sürede uluslararası planda itibarının düşürülebileceğini ve izolasyonunun artırılabileceğini gösteriyor.
Bu nedenle enternasyonalist güçlere düşen karşıt kamuoyu yaratma ve gündemin hegemonik siyasi güçler ve örgütler tarafından belirlenmesini engelleme görevi daha da önem kazanıyor. Verili koşullar altında öncelikli gaye, ambargo altında tutulan Rojavalılara doğrudan yardımın örgütlenmesine devam edilmesidir.