6 Kas 2015

Saflar belli oldu...

Ortadoğu’nun jeopolitik düzeninin çözülmekte olduğu bir dönemde yapılan TBMM seçimlerinin sonuçları, Türkiye’nin siyasi ve toplumsal iklimini daha da kötüleştirecek. AKP’nin yeniden tek başına iktidar olmasıyla sertleşen iç ihtilaflar bölgedeki gelişmelerle birlikte ülke içindeki kutuplaşmanın ve şiddet sarmalının yeni bir ivme kazanmasına yol açacak. Niyetimiz felaket tellallığı yapmak değil, bu gerçekleri görmeden durum değerlendirilmesinin yapılamayacağına işaret etmek.

Bir diğer görülmesi gereken gerçek, AKP’nin ciddi bir toplumsal desteğe sahip olduğudur. Antidemokratik seçim koşulları ve hile suçlamaları bu gerçeği değiştirmiyor. Sonuçta, tarihsel olarak yüzde 60-70 bandında oy toplayan Türkiye sağı, en güçlü merkezde toplanmaya başlıyor. Bu bağlamda seçim sonuçlarında korku ve şantaj ortamı ile »istikrar« beklentisinin yoksul kitleleri AKP’ye yönlendirmesi kadar, Türkiye’de örgütsel ve ideolojik yer edinmiş olan Sünni cihatçılığın da büyük rol oynadığına dikkat çekmek gerekiyor.
Böylece ortaya ilginç bir toplumsal resim çıkıyor: Aslında sınıf çıkarları AKP ve sermaye güçlerinin çıkarlarıyla taban tabana çelişen yoksul kitleler ile Kürdistan’daki burjuva ve küçük burjuva kesimler, kasabın bıçağını yalayan kurbanlık koyun misali, Sünni-muhafazakâr ortaklıkta AKP’yi seçtiler. Buna karşı özellikle özerklik ilânının yapıldığı yerlere bakarak, HDP’ye en fazla, en tutarlı biçimde ve en kararlı sahip çıkanların Kürt yoksulları, Batıda ise sol güçlerin olduğunu görebiliriz. Sonuçta Amed’in güvenlikli lüks sitelerinde yaşanılınca, özerkliğin Silvan veya Geverliler açısından ne denli önem taşıdığı görülemiyor işte.
Seçimleri üç ayrı noktadan daha okumak gerekmektedir: Birincisi, uzun zamandır işlevini yitirmiş olan bir parlamentoya umut bağlamanın yanlışlığı ortaya çıkmıştır. Çözümün parlamentoda değil, sınıf temelli toplumsal mücadeleyle, yığınsal direnişle elde edileceği teyit edilmiştir. İkincisi, egemenlerin saldırılarının ana hedefleri genelde işçi sınıfının devrimci güçlerinin, Kürt halkının ve barışseverler ile demokratların oluşturmak istedikleri mücadele birliği ve Kürdistan özelinde de özyönetim ile yurtsever gençliğin örgütlülüğü olduğu belli olmuştur. Üçüncüsü, solun o kadar güçsüz olmadığı ortaya çıkmıştır. CHP, HDP ve diğer partilere verilen sola yatkın oylar yüzde 37’yi bulmuştur. Asıl mesele bu potansiyeli muhafazakârlığın ve milliyetçiliğin gerçek alternatifi hâline getirebilmektir.

Egemenler elde ettikleri »seçim meşruiyetiyle« savaş politikalarını ve saldırılarını genişleteceklerdir. Liberal çizgi her zaman olduğu gibi ezilen ve sömürülenlerin birliğini kırmaya yönelik söyleme başvuracaktır. Artık saflar belli olmuştur. Türkiye işçi sınıfı hareketi ile Kürt ulusal demokratik hareketi, dayandıkları ortak sınıf temelinde birleşik mücadeleyi geliştirmekle yükümlüdürler. Amed’de, Suruç’ta, Ankara’da katledilenlerin anısı ancak ezilen ve sömürülenlerin iktidarını kurma mücadelesiyle yaşatılabilir. Seçimlerin temel öğretisi ise şudur: Barış ve demokrasinin temel garantörü, her ulustan işçilerin birliğidir. Kurtuluş ve özgürlük Sosyalizmdedir!