Ortadoğu’nun
jeopolitik düzeninin çözülmekte olduğu bir dönemde yapılan TBMM seçimlerinin
sonuçları, Türkiye’nin siyasi ve toplumsal iklimini daha da kötüleştirecek.
AKP’nin yeniden tek başına iktidar olmasıyla sertleşen iç ihtilaflar bölgedeki
gelişmelerle birlikte ülke içindeki kutuplaşmanın ve şiddet sarmalının yeni bir
ivme kazanmasına yol açacak. Niyetimiz felaket tellallığı yapmak değil, bu
gerçekleri görmeden durum değerlendirilmesinin yapılamayacağına işaret etmek.
Bir diğer
görülmesi gereken gerçek, AKP’nin ciddi bir toplumsal desteğe sahip olduğudur.
Antidemokratik seçim koşulları ve hile suçlamaları bu gerçeği değiştirmiyor.
Sonuçta, tarihsel olarak yüzde 60-70 bandında oy toplayan Türkiye sağı, en
güçlü merkezde toplanmaya başlıyor. Bu bağlamda seçim sonuçlarında korku ve
şantaj ortamı ile »istikrar« beklentisinin yoksul kitleleri AKP’ye
yönlendirmesi kadar, Türkiye’de örgütsel ve ideolojik yer edinmiş olan Sünni
cihatçılığın da büyük rol oynadığına dikkat çekmek gerekiyor.
Böylece
ortaya ilginç bir toplumsal resim çıkıyor: Aslında sınıf çıkarları AKP ve
sermaye güçlerinin çıkarlarıyla taban tabana çelişen yoksul kitleler ile
Kürdistan’daki burjuva ve küçük burjuva kesimler, kasabın bıçağını yalayan
kurbanlık koyun misali, Sünni-muhafazakâr ortaklıkta AKP’yi seçtiler. Buna
karşı özellikle özerklik ilânının yapıldığı yerlere bakarak, HDP’ye en fazla,
en tutarlı biçimde ve en kararlı sahip çıkanların Kürt yoksulları, Batıda ise
sol güçlerin olduğunu görebiliriz. Sonuçta Amed’in güvenlikli lüks sitelerinde yaşanılınca,
özerkliğin Silvan veya Geverliler açısından ne denli önem taşıdığı görülemiyor
işte.
Seçimleri
üç ayrı noktadan daha okumak gerekmektedir: Birincisi, uzun zamandır işlevini
yitirmiş olan bir parlamentoya umut bağlamanın yanlışlığı ortaya çıkmıştır.
Çözümün parlamentoda değil, sınıf temelli toplumsal mücadeleyle, yığınsal
direnişle elde edileceği teyit edilmiştir. İkincisi, egemenlerin saldırılarının
ana hedefleri genelde işçi sınıfının devrimci güçlerinin, Kürt halkının ve
barışseverler ile demokratların oluşturmak istedikleri mücadele birliği ve
Kürdistan özelinde de özyönetim ile yurtsever gençliğin örgütlülüğü olduğu belli
olmuştur. Üçüncüsü, solun o kadar güçsüz olmadığı ortaya çıkmıştır. CHP, HDP ve
diğer partilere verilen sola yatkın oylar yüzde 37’yi bulmuştur. Asıl mesele bu
potansiyeli muhafazakârlığın ve milliyetçiliğin gerçek alternatifi hâline
getirebilmektir.
Egemenler
elde ettikleri »seçim meşruiyetiyle« savaş politikalarını ve saldırılarını
genişleteceklerdir. Liberal çizgi her zaman olduğu gibi ezilen ve
sömürülenlerin birliğini kırmaya yönelik söyleme başvuracaktır. Artık saflar
belli olmuştur. Türkiye işçi sınıfı hareketi ile Kürt ulusal demokratik
hareketi, dayandıkları ortak sınıf temelinde birleşik mücadeleyi geliştirmekle
yükümlüdürler. Amed’de, Suruç’ta, Ankara’da katledilenlerin anısı ancak ezilen
ve sömürülenlerin iktidarını kurma mücadelesiyle yaşatılabilir. Seçimlerin
temel öğretisi ise şudur: Barış ve demokrasinin temel garantörü, her ulustan
işçilerin birliğidir. Kurtuluş ve özgürlük Sosyalizmdedir!