Halkın Sesi Gazetesi, 252. sayısında yayımlanmıştır
Eğer 2016’nın ilk altı
haftasındaki gelişmeler, bilhassa »Avrupa’dan« demokratikleşme ve refah için
destek uman, Irak ve Suriye’deki yangına »itfaiye« gönderileceğini zanneden
kimi burjuva demokratını, sol-liberal hayalperesti ve küçük burjuva
entelijensiyayı derin uykularından uyandıramadıysa, onlar için yapabileceğimiz
bir iyilik kalmamış demektir. Buna karşın her siyasî, toplumsal ve iktisadî
gelişmeyi tarihsel koşullar, maddi şartlar, iktidar ve güç ilişkileri ve
elbette sınıf çıkarları temelinde değerlendiren sosyalist ve komünistlerin
»emperyalizm ile barış olmaz« tespiti ise, bir kez daha çıplak gerçekler ile
kanıtlanmıştır.
Tüm dünyada olduğu gibi,
Türkiye’de de işçi sınıfının devrimci güçleri, 1989/90 karşı devriminin geçici
zaferine ve toplumsal tabanının zayıflığına rağmen, derin bir bilgi birikimine
ve mücadele deneyimine sahiptir. Sosyalist ve komünistlerin gelişmelerle ilgili
öngörüleri, tahlil ve tespitleri kapitalist-emperyalist dünya düzeninin
gerçekleri tarafından her gün yeniden doğrulanmaktadır. O açıdan sınıfın zayıf
örgütlülüğü kimseyi yanıltmamalıdır, çünkü sosyalizm düşüncesi toprağın
derinlerindeki lavlar misali, derinden yavaş, ama mutlak biçimde güç toplayarak
birikmekte ve patlak vereceği bir yarık aramaktadır; çünkü bizzat kapitalizmin
kendisi, kendi mezarını kazacak olan orduyu mütemadiyen doğurmaktadır.
Egemenler bunun ve işçi sınıfının Marx, Engels ve Lenin’e dayanan bilimsel
dünya görüşünün haklılığını kaybetmediğinin çok iyi bilincindedirler. Bu
nedenle, »sosyalizm öldü« teranelerine rağmen, sosyalist ve komünistleri baş
düşmanları olarak görmeye devam etmektedirler.
Bu gerçekler ise sosyalist ve
komünistlere bilinçlerinden çıkarmamaları gereken görevleri, en başta »neyin,
ne olduğunu söyleme« yükümlülüğünü vermektedir. Yani sosyalizmin olanaklı ve
her zamandan daha fazla gerekli olduğunu ve emperyalizm ile barış
olamayacağını! Tespitimizin doğruluğunu telgraf stilinde ele alacağımız
AB-Türkiye-Mülteci Sorunu bağlamında gerekçelendirelim.
Alman emperyalizminin
patronajı altındaki AB ve AKP rejimi, yeni emperyalist paylaşım savaşlarının ve
kapitalist sömürünün sonucu olan devasa mülteci sorununu stratejik çıkarları
için bir araç olarak kullanmaktadırlar. Mülteci kitlelerini ülke içinde ve
Suriye-Türkiye sınırında AB’ne karşı bir »şartlı rehin« olarak tutan AKP
rejimi, böylelikle hem inşa ettiği faşist güvenlik devletine, hem de bölgesel
emperyalizm heveslerine AB desteğini güçlendirmek istemektedir. Kısacası,
emperyalizm ile arasında özel ve imtiyazlı bir işbirlikçilik hukukunu
yerleştirmeye çalışmaktadır.
Mülteci sorunu AB, ama
bilhassa Alman emperyalizmi tarafından uzun vadeli stratejik hedefler için bir
fırsat olarak görülmektedir. Zaten on yıllardan beri mültecileri AB dışındaki
kamplarda tutmayı planlayan AB, şimdi AKP rejimiyle bu planı gerçekleştirmek
üzeredir. Böylelikle mülteci sefaletinin AB toplumlarında yol açtığı refah
şovenizmi AB’nin neoliberal ve militarist dönüşümü ve buna karşı olan toplumsal
direnç mekanizmalarını kırmak için kullanılacak, »insanî yardım« ve »kaçak
mülteci şebekelerini engelleme« kisvesiyle AB orduları AB dışında daha çok
»operasyonlara« gönderilecek, AB tarihinin en büyük silahlanma programı
uygulamaya sokulacak ve aynı zamanda AB Yakınlaşma Sürecinin açılan
başlıklarıyla AKP rejimi üzerindeki etki artırılacaktır.
Bununla birlikte Alman
emperyalizminin »Leadership for Syria« adı altında başlattığı bir programla,
Suriyeli ve Iraklı mülteciler arasından seçilecek elit kesimler Federal Ordu
tarafından »100’den fazla meslekte« eğitilerek, »geleceğin Suriye ve Irak
yönetimleri« oluşturulacak. Şubat başında yapılan Münih Güvenlik Konferansı’nda
programı açıklayan Federal Savunma Bakanı von der Leyen’e göre, bu şekilde »hem
Suriye’de, hem de Irak’ta Batı’nın değerlerini ve özgür dünya düzenini savunan
demokratik yönetimlerin iktidara gelmeleri« güvence altına alınacak.
Gene Şubat başında Londra’da
yapılan Suriye Destekçileri Konferansı’nda açıklandığı gibi, bölge için bir
»Marshall Planı« uygulamaya sokulacak. Yani emperyalizm toplumsal, siyasî,
iktisadî ve askerî açıdan geliştirdiği topyekun saldırıyla tüm bölgeyi mutlak
egemenliği altına almayı planlamaktadır.
Bu gelişmeler karşısında
sosyalist ve komünistlerin ivedi görevi antiemperyalist, antikapitalist ve
antifaşist mücadeleyi örmek, işçi sınıfını ve müttefiki olan toplumsal
katmanları »neyin ne olduğunu« söyleyerek aydınlatmak ve Leninci barış sorunu
temelinde geniş toplumsal ittifakları sağlayacak ideolojik mücadeleyi güçlendirmektir.