Gelişmeler 21. Yüzyıl’ın
burjuva demokrasilerinin dayandığı tüm norm ve kuralların içlerinin
boşaltıldığı, göstermelik dahi olamayan birer hülle hâline getirildiği ve her
türlü burjuva özgürlüğünün »güvenlik« gerekçesiyle rafa kaldırıldığı otoriter
rejimler çağı olacağına işaret ediyor. Türkiye gibi emperyalist çıkarların
çarpışma noktalarında bulunan ülkelerde faşist diktatörlük koşulları
yaratılırken, »demokrasinin beşiği« Avrupa’da toplumsal rıza alan otoriter-neoliberal
güvenlik rejimleri inşa ediliyor.
Temel hak ve özgürlüklerin
geçersiz kılındığı, kuvvetler ayrılığının silikleşecek derecede törpülendiği,
parlamento üstü ve yasallıktan yoksun »komisyonların« yasama ve yürütmeyi tek
elde topladığı, İkinci Dünya Paylaşım Savaşı sonrasında »kötülüğün banalliğini«
ve totalitarizmi engelleme savıyla oluşturulan anayasaların ve parlamenter
yapıların işlevsizleştirildiği günümüz burjuva demokrasilerinin, emek
mücadelesi, eşitlik, barış, adalet ve özgürlük için hiç bir yeterliliğinin
kalmadığı bir realite ile karşı karşıyayız.
Hangi kapitalist devlet olursa
olsun, egemenlerin tahakküm aracı olarak kullandıkları burjuva demokrasilerini
dönüştürme çabaları, tüm farklılıklarına rağmen, özünde benzeşiyor. Katmerleşen
sömürü olanaklarının ve yayılmacı uygulamaların sürekliliğini sağlamak, bunun
için olası her toplumsal direnç potansiyelini kırmak ve burjuvazinin
egemenliğini ebedîleştirmek amacıyla açık veya gizli dikta rejimleri inşa
edilmek isteniyor. Bunun bir örneğini bugünlerde Polonya’da takip etmek
olanaklı.
Polonya Sejm’inde çoğunluğu,
hükümet ve devlet başkanlığını elinde tutan »Hukuk ve Adalet Partisi« bu amaçla
Leh milliyetçiliğini ve Katolik gericiliğini devlet aklı hâline getirmek için,
uzun zamandır Anayasa Mahkemesine karşı acımasız bir savaş yürütüyor.
Polonya’nın üyesi olması nedeniyle doğrudan AB’nin iç krizine dönüşen AYM
tartışmaları, mahkemenin, hükümetin 22 Aralık 2015’de yürürlüğe soktuğu
»Anayasa Mahkemesi Yasasının« anayasaya aykırı olduğunu hükmetmesiyle, yeni bir
ivme kazandı.
Başbakan Beata Szydlo,
Türkiyeli okura tanıdık biçimde, »kararı tanımayacağını« açıkladı. Aslında
parti başkanı ve hükümetin enformel başı olan Jaroslaw Kaczynski’nin bir
kuklası olan Szydlo bu tavrıyla AB Komisyonu’nun eleştirilerine maruz kalsa da,
AB’nin karşı çıkışının göstermelik olacağını biliyor. Çünkü bu süreci
tetikleyen bizzat AB’dir. O açıdan günümüz Polonya’sının, aynı Macaristan gibi,
geleceğin Avrupa ülkelerinin nasıl şekillendirileceklerinin bir laboratuvarı
olduğunu söylemek mümkün.
Peki, bu gelişmeden biz nasıl
bir sonuç çıkaracağız? Birincisi, »demokratikleşme« ve özgürlüklerden yana
AB’nden hiç bir şey beklemememiz gerektiğidir. Aksine, AB burjuva
demokrasilerinin için boşaltılmasının başat aktörüdür. İkincisi ve bizce en
önemlisi, demokrasinin ancak ezilen ve sömürülen sınıfların kendi eseri
olabileceği gerçeğidir. Bu ise, demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesinin,
sınıf mücadelesiyle kopmaz biçimde bağlanmasını zorunlu kılmaktadır. Çünkü
burjuvazinin »demokrasisi« ile ezilen ve sömürülenlerin demokrasisi, aynı
şeyler değildir. Polonya bunu kanıtlamaktadır.