Dünyanın en zengin ve en
imtiyazlı coğrafyalarından olan Avrupa’daki çoğunluk toplumları, kümese dalan
tilkinin korkuttuğu tavuklar misali, panik ataklara kapılıp duruyorlar. Misalde
kalacak olursak; canlarına kast eden »tilkinin« mülteciler olduğunu
zannediyorlar. Öyle olunca da, kümesin sahibinden, yani canlarına kast eden
asıl canavardan medet umuyorlar.
Aslına bakılırsa güncel
mülteci krizi nedeniyle panikleyen çoğunluk toplumları bazı korkularında
haklılar. Özellikle çalışan sınıflar, çok öncesinden krizlerin faturalarının
kendilerine çıkartılacağını hissedebiliyorlar. Yani bugün refah şovenizmine
kapılan, ırkçı ve sağ popülist söylemlere kanan kitlelerin duydukları
korkuların önemli bir bölümü son derece reel.
Şöyle açıklayalım:
yüzbinlerce mültecinin kısa bir zaman süreci içinde bir ülkeye girmesinin,
konut alanında kiraların artmasına, kent ve kasabalarda yoksul semtlerdeki
nüfusun çoğalmasına ve özellikle »istihdam piyasasında« işçiler arasındaki
rekabetin sertleşmesine neden olacağı çok açık. Örneğin F. Almanya’da zaten on
yıllardır süren neoliberal uygulamalar sonucu yoksul nüfusun büyük ölçüde
toplumsal, ekonomik, politik ve kültürel yaşamdan olduğu gibi dışlandıklarını
gören ve Hartz IV gibi yaptırım yasalarıyla olağanüstü baskı altında olan işçi
sınıfının bu durum karşısında perspektifsizlik korkusuna kapılması, sürecin
doğal (sermaye açısından da istenilen) bir sonucu.
Çoğunluk toplumu, bilhassa
çalışan sınıflar, baskısını mütemadiyen artıran bir »sürekli tehdit
psikolojisi« altındalar. Bırakın »Ren Kapitalizmi« döneminde mücadelelerle elde
edilmiş kazanımları, daha kısa bir süre önce sermayenin lütfuyla tanınan
hakları dahi kaybedeceklerini hissediyorlar. Henüz bir yıl önce yürürlüğe
sokulan, ama öngördüğü bir çok istisna nedeniyle esas itibariyle işlevsiz kalan
Asgarî Ücret Yasası şimdiden Alman İşverenler Birliği BDA tarafından delinmek
isteniyor. BDA, mülteciler bağlamında yasal asgarî ücretin herkes için bir yıl
geçersiz kalmasını istiyor.
Bu açık saldırıya ne
sendikalardan, ne de sosyal yardım kuruluşlarından ciddi bir itiraz geldi. Tam
aksine, Alman Sendikalar Birliği, kiliselerle birlikte BDA ile »Kozmopolitlik
İttifakını« kurdu – güya »hoş geldin kültürünü« yaygınlaştırmak için!
Sendikalar, mülteci sorununu ortaya çıkaran asıl nedenlere, yani emperyalist
savaşlara değinmez, sınıfı ödenebilir konut sayısının azalmasının, kiraların
artmasının, yoksulluğun yaygınlaşmasının, ücretlerin düşürülmesinin, sosyal ve
demokratik hakların budanmasının asıl sorumlusunun sermaye ve temsilcisi
hükümet olduğu konusunda aydınlatmazlarsa, ırkçı-milliyetçi propagandanın
toplumu bölmesini, çalışan sınıfların, kasabın bıçağını yalayan koyunlar
misali, kendi çıkarlarının düşmanı olan sermayenin yanında yer almalarını
engelleyemezler. Korkan, bölünen, sınırları kapatınca kurtulacakları
illüzyonuna kapılan toplumlarda direniş olmaz, aksine egemenler desteklenir.
O nedenle asıl mesele
»bıçağı« kasabın elinden almak ve »kümesi« yıkmaktır – bu ise, sınıf mücadelesi
olmaksızın olanaksızdır!