Toplumsal Özgürlük Gazetesi 4 Aralık 2015 tarihli 16. sayısında yayımlanmıştır
Burjuva ikiyüzlülüğünün
»mülteci krizi« diye pazarladığı güncel mülteci trajedisi, güya »demokratik«
olan imtiyazlı coğrafyaların nasıl militaristleştirildiğini, bu coğrafyalardaki
işçi sınıfının ırkçı propagandalarla nasıl bölünerek saf dışı bırakıldığını ve
bizzat, kurumsallaştırılmış insanlık dışı uygulamalarla AB sınırlarında tutulan
mülteci kitlelerinin nasıl emperyalist savaşlar için enstrümentalize edildiklerini
gösteriyor. Emperyalist savaşlar ve kapitalist sömürü sonucunda oluşmuş 60
milyonu aşkın bir mülteci kitlesinin sadece küçük bir bölümünün Avrupa’ya
yönelmiş olmasına rağmen, mülteciler bilinçli olarak emperyalist orduların
hedefleri hâline getiriliyorlar.
Elbette asıl mesele
mülteciler değil. Mülteciler, NATO ve AB işbirliğinde Ege Denizi’ne savaş
gemileri konuşlandırmak, böylece emperyalist güçlerin Akdeniz’deki askerî
üstünlüklerini güvence altına almak ve yeni savaşlara ön hazırlık yapmak için
sadece bir bahane. AKP rejiminin, emperyalist güçlerle olan işbirliğinde
avantajlı bir konum elde edebilmek amacıyla »şartlı rehin« olarak kullandığı ve
Avrupa’ya »akın etmelerine« izin verdiği mülteci kitleleri, emperyalist güçlere
»şahane« bir fırsat yarattı.
11 Şubat 2016’da NATO Savunma
Bakanları Zirvesi »insan kaçakçılarını ve yasal olmayan göçü engellemek« ve
Yunanistan ile Türkiye’nin »sınırlarını korumalarına destek çıkmak«
gerekçesiyle Ege Denizi’ne »NATO Kalıcı Deniz Müdahale Birliği« gönderme kararı
aldı. Bir F. Alman amiralinin komutası altındaki filonun görevleri arasında,
AB’nin sınır koruma gücü FRONTEX ajansıyla »eşgüdümlü tedbirler« yer alıyor.
NATO kararının arka planını
irdelediğimize ise öncelikli olarak şunları görebiliriz: Birincisi, saldırganlığını
her geçen gün daha da artıran F. Alman emperyalizminin, emperyalist-kapitalist
dünya sisteminin önde gelen etkin güçlerinden birisi olabilmek için attığı
stratejik adımları. Bu adımların en önemlilerinden birisi, Federal Ordunun
savaş yeteneklerini artırma çabasıdır. NATO’nun, Şansölye Merkel’in önerisi
üzerine aldığı Ege kararı, Federal Ordunun »savaş mahallinde deneyim
kazanmasını« sağlayacak ve aynı zamanda savunma (!) bütçesindeki devasa artışın
gerekçelerinden birisi olacak.
İkincisi ise, Rusya
Federasyonu’nun Karadeniz Filosunun Karadeniz’e hapsedilerek, Ortadoğu ve Kuzey
Afrika’da devre dışı bırakılmak istenmesidir. Bu nedenle Ege Denizi’ne
gönderilen NATO filosunun, bir tarafta Libya’ya yönelik ve hazırlıkları
neredeyse tamamlanmış olan NATO müdahalesine destek sağlaması, diğer taraftan da
Suudi Arabistan ile Türkiye’nin Suriye’de olası bir kara harekâtı
gerçekleştirmeleri durumunda, »arka cepheyi« koruması öngörülmektedir. NATO
açıklamalarından da okunabileceği gibi, Ege’ye konuşlandırılan filonun hava
saldırılarına ve denizaltılara karşı üstün savunma yetenekleri olduğu ve
bununla birlikte Türkiye’nin bir »savaş durumu ilânıyla« İstanbul ve Çanakkale
boğazlarını deniz trafiğine kapatabileceği düşünülürse, Ege’deki »NATO Kalıcı
Deniz Müdahale Birliği«nin asıl hedefinin mülteciler değil, Akdeniz’in NATO
kontrolü altına alınması ve Rusya Federasyonu deniz kuvvetlerinin bu alanda
devre dışı bırakılması olduğu görülebilir.
Lenin 1917’de »Parti
Programının Revizyonu Üzerine« başlıklı çalışmasında göçmenler ve mülteciler
bağlamında, geri kalmış ülkelerden gelen işçilerin »utanmazca
sömürülmelerinin«, bir dereceye kadar »zengin emperyalist ülkelerin
asalaklığının temelini oluşturduğuna« dikkat çekiyordu. Yüzyıl sonrasında da
değişen bir şey yok: Mülteciler, asalak ve çürümüş emperyalizm için hâlâ bir
bahane!