Tunus ve Mısır’dan başlayarak Arap dünyasını etkisi altına alan ayaklanma dalgası yayılıyor. Ürdün, Yemen derken Cezayir ve Libya’da da protestolar başladı. Aynı zamanda da ABD ve AB bölgedeki etkilerini sürdürmek için büyük çabalar sarf ediyorlar. Ancak tüm bunlar olurken, Filistin dikkate alınmıyor.
Geçenlerde, Rosa Luxemburg Vakfı çalışmaları çerçevesinde Batı Şeria’da uluslararası gözlemci olarak görev yapmış olan Wolfgang Sreter ile bir toplantı yaptık. Sreter, toplantıda kendi çektiği fotoğrafları göstererek, Filistinliler için olağan hâl olan Apardheid politikalarını anlattı.
Sreter, anlatımına şöyle başladı: »Şayet bir düşünürsek; sadece Almanya’nın komşu ülkelerle olan sınırlarında değil, her kent, kasaba ve köye çıkan yollarında da pasaport kontrolü olduğunu ve her Alman vatandaşının kendi topraklarında yabancı işgal askerleri tarafından itilip kakıldığını, işte o zaman Filistin’de yolculuk etmenin ne denli zor olduğunu ancak tahmin edebiliriz«.
Düşünebiliyor musunuz, kendinize ait olan ve evinizden sadece bir kaç yüz metre uzaklıktaki tarlalarda çalışabilmek için, toprağınızdan 9 metre yüksekliğinde bir duvar veya elektirikli bir çit geçmesi nedeniyle, beş kilometre ötedeki bir karakol kapısına gitmek, oradan geçmek için üç saat beklemek, hakarete uğramak, tarlanızda ancak Israilli yerleşimciler izin verirse çalışabilmek ve onca yolu tekrar kat edip, evinize dönmek için bir üç saat daha beklemek zorundasınız. Bu kadarıyla kalsa gene iyi: kendi tarlanıza gidebilmek için sadece kendiniz ve aile bireyleriniz için değil, eşeğiniz için bile pasaport çıkartmak zorundasınız.
Düşünmeye devam edelim: örneğin Adapazarı’nda yaşıyorsunuz ve önce Hendek’e, oradan da Düzce’ye gidip akrabalarınızı ziyaret etmek istiyorsunuz. Öyle ya, düğünü var, cenazesi var. Bunun için her defasında özel bir izin çıkartmak zorundasınız – hem Hendek, hem de Düzce için. Hadi zar zor izni kopardınız, ama öyle her istediğiniz yoldan gidemezsiniz. Bölgenin hemen her tarafında kendi topraklarınıza yabancılar için yerleşim siteleri kurulduğundan ve işgal ordusu buraları »Güvenlik Bölgesi« ilân ettiğinden, bir saatte alacağınız bir mesafe için, patika yollardan bütün bir günü hesaplamanız gerekecek.
Normal yollar sadece yabancı yerleşimcilerin kullanımına açık olduğundan, özel plakalı arabanızla patikalardan ilerlemeye çalışırken, tepelere kurulu olan yabancıların sitelerinden açılacak yaylım tüfek atışlarına karşı da dikkatli olmalısınız. Ve her bir kaç kilometrede bir işgal askerlerinin arabanızı durdurup, bütün eşyaları dışarı çıkartıp, sizi kontrol etmelerini de hesaba katarsak, uzun bir yolculuğa hazır olmalısınız demektir. Tabii bu arada herhangi bir işgal askerinin keyfine göre – örneğin burnunuz hoşuna gitmemiş olabilir – yarı yoldan eve geri dönmek zorunda kalmazsanız.
Tabii tüm bunlara karşı şikayetçi olma hakkınız var, ama ne pahasına: örneğin mahkemeye dahi çıkartılmadan yıllarca hapse tıkılabilirsiniz. Siz hapisteyken, işgal askerleri her ay evinize gelebilir, tüm mobilyaları, arama gerekçesiyle paramparça edebilir, hatta yerleşim sitelerinin güvenliğini tehdit ediyor diye evinizi ailenizin başına yıkabilirler. Hoş, bunun için illa hapiste olmanız gerekmez. »Güvenlik« öylesine güçlü bir gerekçedir ki, sizi evinizden çok uzaklarda, örneğin Hakkari’de hapse attıklarından, sizi ziyaret etmek için yola çıkan hamile eşiniz, tabii izin alabilirse, herhangi bir sınır kapısında, soğuk yağmurun altında, hiç bir tıbbî yardım olmaksızın doğum yapmak zorunda kalabilir. Öyle ya, hamile bir kadının karnında bomba taşımadığı ne malum?
En iyisi devam etmeyelim, sizin de canınızı sıkmak istemem. Bu kadarı bile insanın için daraltıyor ve hiç bir şey yapamamanın ezikliğini yaşatıyor. Ve hemen, yanıbaşımızdaki bölgede olup bitenden haberdar olmadığımızı.
Hadi diyelim, ben imtiyazlı coğrafyadayım. Ya Filistinlilerin kardeş halkları? Mübarek’in istifa etmeyeceğini açıkladığı Perşembe gecesi, Israil ordusu gene Gazze’ye bombalı saldırıda bulundu. Tahrir Meydanı’ndaki öfkeli kalabalık bunun farkında bile değildi.
Batı, Mısırlılara »Israil-Mısır Barış Antlaşmasına sadık kalın« diyor. Çünkü biliyor ki, bu antlaşma olmasaydı, Israil ne Gazze’de, ne Batı Şeria’da Apardheid rejimini kurabilir, militarist saldırganlığını sürdürebilirdi. »Devrim, devrim« diye diye gerçek Devrim’i engellemeye çalışan Batı, statükoyu korumak istiyor. Ve bu, Ortadoğu halklarının kurtuluşunun anahtarının, Filistin’in kurtuluşu olduğunu kanıtlıyor. Bence asıl devrim, Mısır’ın Gazze sınırını açmasıyla başlayacak. Var mısınız iddiaya?