Kendisini »errorist« olarak tanımlayan bir sanatçı dostum var. Berlin’de yaşıyor ve bir Kürt olarak »erroristliğini« Kürtlerin maruz bırakıldığı baskı politikalarına karşı kullanıyor. »Errorist« etkinliğinde de tema olarak anadili işliyor.
»Lingua« tanımı hem »dil« (yani ağzımızdaki), hem de »anadil« (veya lisan) anlamına geldiğinden, kampanyasını bir kelime oyunu olarak kurgulamış. 2009 Mart’ından bu yana bir çok insanın dilini çıkarttığı fotoğraflarını http://qwx2009.org/ adlı sitesinde yayınlıyor. Sayfa başta Almanca, Baskça, Fransızca, Kürtçe, Lazca, Türkçe ve İngilizce olmak üzere çeşitli lisanlarda yayın yapıyor. Türkiye’de »q«, »w« ve »x« harflerinin kullanımının yasaklanmasına atıfta bulunarak »qwx – show ur lingua« başlığı altında geliştirilen projeye, o zamanlar Berlin’de olduğumdan bizzat tanık olmuştum.
»Erroristler« kısa bir süre önce Berlin’de asılı olan bazı afişleri görünce şaşkına düşmüşler. Çünkü Federal Hükümetin yabancılar sorumlusunun başlattığı ve »dilini dışarı çıkar, yaşama gir« başlıklı bir kampanyada, dilini çıkartan göçmenleri resimlediği afişler asılmıştı. Kampanyanın ana fikri »qwx – show ur lingua« ile tıpa tıp aynıydı – ama tek farkla: göçmenlerin dillerinin üzerinde Alman bayrağı resmedilmişti.
Hâliyle »errorist« sanatçı, kendi yarattığı bir fikrin çalınmasına sinirlenir. Ancak asıl hiddetlendiği konu, ki ben de aynı görüşteyim, yabancılar sorumlusunun sürdürdüğü kampanya ile asimilasyonun hedefleniyor olması. »Errorist«, her yanından milliyetçilik sızan kampanyayı başlatan yabancılar sorumlusuna gönderdiği bir mektupla, kampanyanın »Almanca öğren, sosyal basamakları tırman« mantığını ve ırkçı özünü eleştiriyor.
Herhangi bir ticarî mantığı takip etmeyen »errorist« arkadaşımız, geliştirdiği projenin Kürdistan’da da sürdürülmesi gerektiği düşüncesiyle projeyi »qwx and the city« başlığı altında bir dosya olarak 8 Ekim 2010’da Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne gönderiyor. Gönderdiği mektupta da, dilini çıkartanların fotoğraflarının Diyarbakır’da bilboardlara asılmasını öneriyor.
Mektubuna yanıt alamıyor. Bunun üzerine telefon ediyor ve belediyeden, dosyanın ellerine geçtiği ve yakın zamanda ilgilenileceği yanıtını alıyor. Ama gene başka yanıt gelmeyince, »işleri başlarından aşkındır, bir de bununla mı uğraşacaklar« diye düşünüp, projeyi kendisi hayata geçirmek için çalışmalara başlıyor. 2010 Aralık’ında Diyarbakır’da 20 bilboard kiralıyor. Kısa bir süre sonra, 17 Ocak 2011’de hem bilboardları kiralayan şirketten, hem de projesini daha önce bir gazetede tanıtmış olan Diyarbakır’lı bir gazeteciden, Diyarbakır’da benzer bir projenin başlatıldığı haberini alıyor.
Tabii bunun üzerine belediyeyi arıyor ve telefonda başlatılan kampanyanın, kendi projesiyle bir ilgisi olmadığı yanıtını alıyor. Kampanyalar arasındaki yakın benzerlik bilboardları kiralayan şirketin de dikkatini çektiğinden, şirket bu durumda bilboardları kiralamaya devam etmek isteyip istemediğini soruyor.
Böylesi bir durumda siz olsaydınız ne yapardınız? »Errorist« arkadaşım çaresiz kalmış. Fikrinin çalındığına mı yansın, »seninle alakası yok« pişkinliğine mi, yoksa uluslararası ve çok dilli bir proje olarak tasarlanmış bir kampanyanın kuşa çevrilmesine mi? Telif hakkı gibi bir derdi olmadığından ve sadece kampanyanın sürdürülebilirliliği kaygısıyla konuşacak muhatap arıyor, ama bulamıyor. Nasıl üzüldüğünü siz düşünün artık.
Şahsen, etkinliklerini kendi halkına adayan bir Kürt sanatçının böylesi bir durumda kalmasına son derece üzüldüm, üzülmek ne kelime, hiddetlendim. Bence bunun tek bir tanımı var: işgüzarlık! Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ndeki dostlarım hiç alınmasınlar, açıkcası bir çuval inciri berbat etmişler! Kopya kampanyayı başlatanların iyi niyetle davrandıklarından şüphe etmiyorum, ama bilinen bir laftır: cehenneme giden yollar, iyi niyet taşlarıyla döşelidir.
Bilhassa Demokratik Özerklik projesinin tartışıldığı bugünlerde böylesi bir davranışın hâlâ aşılamamış olan dikey hiyerarşi ve iktidar paradigmalarına işaret ettiğini de vurgulamak gerekir düşüncesindeyim. Hiyerarşinin ve küçük iktidarların olduğu, ufacık olsa bile emeğe saygı gösterilmeyen yerlerde, özgür ve demokratik alanlar yaratılamaz. Nefsi köreltmek, en başta halk adına davrananların sorumluluğundadır. Ve »bizden olanlar« yanlış yapıyorsa, onları uyarmak, dikkatlerini yapılan yanlışa çekmek de »bizlerin« görevidir.
Eleştiri ve özeleştiri mekanizması, ne denli acıtıcı, ne denli sert olursa olsun, her zaman temizleyici, yeniden yaratıcıdır. Orta Doğu halklarına örnek teşkil edecek bir projenin savunucuları, inandırıcılıklarını yitirmek istemiyorlarsa, bu mekanizmayı sonuna kadar kullanmak zorundadırlar.
Kendi içimizde küçük iktidarları yıkamazsak eğer, nasıl yeni bir dünya yaratabiliriz ki?