9 Eyl 2011

Demokrasicilik ve zararın toplumsallaştırılması

Alman Anayasa Mahkemesi bu hafta aldığı bir karar ile uluslararası malî piyasaların lehine atılacak yeni adımların önünü açtı. Mahkemenin Maastricht Kriterleri’ni anayasal yükümlülük düzeyine yükselttiğinden Avro’nun, dolayısıyla Avro Bölgesi’nde yaşayan insanların geleceği üzerine spekülasyon yapılmaya devam edilebilecek.
 Aynı gün Federal Parlamento’da yapılan bütçe görüşmeleri mahkemenin kararına odaklanmıştı. Hükümet üyeleri kararı duyduktan sonra basına yaptıkları açıklamalarda, »parlamento güçlendirildi« dediler.
 Aslında güçlendirilen neoliberal politikalar ve uluslararası malî piyasaların talan olanakları oldu, çünkü hükümet bu karara dayanarak, Anayasa’ya – bilhassa sosyal giderleri kısıtlamak için yerleştirilen – Borç Freni’ne rağmen, bankaların ve finans tekellerinin iflas etmiş ülkelerdeki alacaklarını garanti altına almak için fonlara katılacak ve yeni kefillikler üstlenecek. Anayasa Mahkemesi, Parlamento Bütçe Komisyonu’nun böylesi bir adımı onaylamasını, »parlamenter katılım için yeterli« görmekte.
 Bu, ne anlama geliyor?
 Karar, Federal Hükümete »demokrasicilik« oynama olanağını veriyor. Bütçe Komisyon’nundaki çoğunlukla, kamuoyu iradesi ve parlamento karara katılıyormuş gibi gösterilecek. Özellikle sosyal giderler konusunda AB Komisyonu’nun veya AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirveleri’nin aldıkları ve demokratik meşruiyetten uzak kararları öne sürerek, AB üyesi devletleri sözde »bütçe konsolidasyonuna« zorlayan neoliberal elitler, sosyal kıyım politikalarının gerçekleştirilmesi için herhangi bir »parlamenter katılımı« gerekli görmüyorlardı. Anayasalara yerleştirilen Borç Freni yeterli sayılıyordu.
 Kaldı ki »ittifak görevlerinin yerine getirilmesi« gerekçesiyle dış politikanın militaristleştirilmesi, NATO Sözleşmesi’nin değiştirilmesi, AB Genişleme Politikaları’nın uygulanması ve müdahale savaşlarına katılınması konusunda bugüne kadar Anayasa Mahkemesi’nin verdiği açık çekler kullanılıyor, »rekabet yetisinin artırılması« veya »teröre karşı mücadele« gibi gerekçelerle zaten anayasa rahatça çiğnenebiliyordu.
 Peki, neden şimdi Anayasa Mahkemesi’nin kararına gereksinim duyuldu?
 Dişsiz kaplana dönüştürülen parlamenter demokrasi sermaye lehine olan politikaların meşrulaştırılması için araç hâline getirilmek isteniyor da, ondan. Burjuva demokrasilerinin sınırlılığını yadsıyor değilim, ancak bu adımın, halk iradesine en fazla katılım olanağı tanıyan bir anayasa sayılan Bonn Temel Yasası’nın içinin boşaltılmasına yönelik uzun vadeli bir stratejinin parçası olduğuna dikkat çekmek istiyorum.
 Burjuva demokrasinin içinin boşaltılması, hem kârın daha fazla özelleştirilmesi ve tekel zararlarının daha geniş bir biçimde toplumsallaştırılması, hem de neoliberal politikaların doğuracağı sosyal ihtilaflara ve olası toplumsal direnişlere karşı otoriter devlet tedbirlerinin »parlamenter onayla« uygulanabilmesinin ön koşuludur.
 Anımsayacaksınızdır; son bankalar krizinde sadece Almanya finans devlerini kurtarmak için 500 milyar Avro’luk bir fon oluşturmuştu. Vergilerden, yani halkın cebinden çıkan paralarla tekellerin zararları kapatılmış, spekülatif sermayeye yeni kâr olanakları yaratılmıştı. Böylelikle de kapitalizmin yapısal krizlerinin fazlalılığını yok etmesinin, yani »doğasının« önüne geçilmişti. Fatura ise her zamanki gibi halklara çıkarıldı.
 Bu sefer de spekülatif sermayenin iflas eden ülkelerden alacakları kurtarılmaya çalışılıyor. AB bunun için hem üye devletlerin kendi anayasalarına Borç Freni yerleştirmelerini dayatıyor, hem de milyarlık yeni fonlar oluşturuyor. 2010 Mayıs’ında oluşturulan 440 milyarlık Avrupa Malî Stabilizasyon Fasilitesi EFSM’den sonra şimdi de 700 milyarlık Avrupa Stabilizasyon Mekanizması ESM’ni oluşturuyorlar. ESM 2013’den itibaren süresi dolan EFSM yerine geçecek ve süresiz işleyecek.
Sol, »kapitalizm kendi mezarını kazıyor« der. Uzun vadede doğru, ama bunu yaparken de halkların kanını içmeye devam ediyor. Onun için: ne kadar çabuk mezarına girerse, o kadar iyi olacak!