Alman Anayasa
Mahkemesi bu hafta aldığı bir karar ile uluslararası malî piyasaların
lehine atılacak yeni adımların önünü açtı. Mahkemenin Maastricht Kriterleri’ni anayasal yükümlülük düzeyine yükselttiğinden
Avro’nun, dolayısıyla Avro Bölgesi’nde yaşayan insanların geleceği üzerine
spekülasyon yapılmaya devam edilebilecek.
Aynı gün Federal Parlamento’da yapılan bütçe
görüşmeleri mahkemenin kararına odaklanmıştı. Hükümet üyeleri kararı duyduktan
sonra basına yaptıkları açıklamalarda, »parlamento
güçlendirildi« dediler.
Aslında güçlendirilen neoliberal politikalar ve
uluslararası malî piyasaların talan olanakları oldu, çünkü hükümet bu karara
dayanarak, Anayasa’ya – bilhassa sosyal giderleri kısıtlamak için yerleştirilen
– Borç Freni’ne rağmen, bankaların
ve finans tekellerinin iflas etmiş ülkelerdeki alacaklarını garanti altına
almak için fonlara katılacak ve yeni kefillikler üstlenecek. Anayasa Mahkemesi,
Parlamento Bütçe Komisyonu’nun böylesi
bir adımı onaylamasını, »parlamenter
katılım için yeterli« görmekte.
Bu, ne anlama geliyor?
Karar, Federal Hükümete »demokrasicilik« oynama
olanağını veriyor. Bütçe Komisyon’nundaki çoğunlukla, kamuoyu iradesi ve
parlamento karara katılıyormuş gibi gösterilecek. Özellikle sosyal giderler
konusunda AB Komisyonu’nun veya AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirveleri’nin
aldıkları ve demokratik meşruiyetten uzak kararları öne sürerek, AB üyesi
devletleri sözde »bütçe konsolidasyonuna«
zorlayan neoliberal elitler, sosyal kıyım politikalarının gerçekleştirilmesi
için herhangi bir »parlamenter katılımı« gerekli görmüyorlardı. Anayasalara
yerleştirilen Borç Freni yeterli sayılıyordu.
Kaldı ki »ittifak
görevlerinin yerine getirilmesi« gerekçesiyle dış politikanın
militaristleştirilmesi, NATO Sözleşmesi’nin değiştirilmesi, AB Genişleme
Politikaları’nın uygulanması ve müdahale savaşlarına katılınması konusunda
bugüne kadar Anayasa Mahkemesi’nin verdiği açık çekler kullanılıyor, »rekabet yetisinin artırılması« veya »teröre karşı mücadele« gibi
gerekçelerle zaten anayasa rahatça çiğnenebiliyordu.
Peki, neden şimdi Anayasa Mahkemesi’nin kararına
gereksinim duyuldu?
Dişsiz kaplana dönüştürülen parlamenter demokrasi
sermaye lehine olan politikaların meşrulaştırılması için araç hâline getirilmek
isteniyor da, ondan. Burjuva demokrasilerinin sınırlılığını yadsıyor değilim,
ancak bu adımın, halk iradesine en fazla katılım olanağı tanıyan bir anayasa
sayılan Bonn Temel Yasası’nın içinin
boşaltılmasına yönelik uzun vadeli bir stratejinin parçası olduğuna dikkat
çekmek istiyorum.
Burjuva demokrasinin içinin boşaltılması, hem
kârın daha fazla özelleştirilmesi ve tekel zararlarının daha geniş bir biçimde toplumsallaştırılması, hem de
neoliberal politikaların doğuracağı sosyal ihtilaflara ve olası toplumsal
direnişlere karşı otoriter devlet tedbirlerinin »parlamenter onayla« uygulanabilmesinin ön koşuludur.
Anımsayacaksınızdır; son bankalar krizinde sadece
Almanya finans devlerini kurtarmak için 500 milyar Avro’luk bir fon oluşturmuştu.
Vergilerden, yani halkın cebinden çıkan paralarla tekellerin zararları
kapatılmış, spekülatif sermayeye yeni kâr olanakları yaratılmıştı. Böylelikle
de kapitalizmin yapısal krizlerinin fazlalılığını yok etmesinin, yani
»doğasının« önüne geçilmişti. Fatura ise her zamanki gibi halklara çıkarıldı.
Bu sefer de spekülatif sermayenin iflas eden
ülkelerden alacakları kurtarılmaya çalışılıyor. AB bunun için hem üye
devletlerin kendi anayasalarına Borç Freni yerleştirmelerini dayatıyor, hem de
milyarlık yeni fonlar oluşturuyor. 2010 Mayıs’ında oluşturulan 440 milyarlık Avrupa Malî Stabilizasyon Fasilitesi EFSM’den
sonra şimdi de 700 milyarlık Avrupa
Stabilizasyon Mekanizması ESM’ni oluşturuyorlar. ESM 2013’den itibaren
süresi dolan EFSM yerine geçecek ve süresiz işleyecek.
Sol, »kapitalizm
kendi mezarını kazıyor« der. Uzun vadede doğru, ama bunu yaparken de
halkların kanını içmeye devam ediyor. Onun için: ne kadar çabuk mezarına
girerse, o kadar iyi olacak!