Bu hafta Almanya basını, Perşembe günü yapılan ve »Avro Kurtarma Şemsiyesi« olarak
adlandırılan bir karar tasarısı oylamasına kilitlenmişti. Nitekim Federal
Parlamento CDU/CSU/FDP/SPD/Yeşiller fiilî koalisyonunun oylarıyla karar
tasarısını kabul etti ve sermaye çevreleri şampanyaları patlatmaya başladı.
Karar tasarısının kabulüyle Almanya, AB’nin Avro
Bölgesi’ndeki Yunanistan ve İspanya gibi iflas eden ülkeleri kurtarmak (!) için
oluşturulan AB fonuna 211 milyar Avro ödeyecek. Peki bu karar ne anlama
geliyor? Önce bir »şemsiyeyi« açıp, içinde neler olduğuna bir bakalım.
2010 ilkbaharında »kurtarma operasyonu« için AB hükümet
ve devlet başkanları kararıyla Avrupa
Malî Stabilizasyon Fasilitesi EFSF adını taşıyan 250 milyar Avro’luk geçici
bir fon oluşturuldu. Fon, sermaye piyasasından da kredi alarak, sert tasarruf
tedbirlerini uygulamaya başlayan borçlu ülkelere ucuz kredi sağladı. Yani,
uluslararası malî piyasaların kârlarını garantiledi. Tasarruf tedbirlerinin ne
anlama geldiğini görmek içinse, başta Yunanistan olmak üzere, fondan kredi alan
ülkelerdeki kitlesel protestolara bakmak yeterli.
Hükümet ve devlet başkanları kendi ulusal
parlamentolarının onayını almadan 2011 Temmuz’unda EFSF’in bütçesini 440
milyara, garanti çerçevesi hacmini ise 780
milyar Avro’ya çıkardılar. Ayrıca fona, krizdeki ülkelerin (beş para etmez)
devlet tahvillerini satın alma yetkisi de verildi. Şimdi ise geçici olan
EFSF’in yerine, 2013’den itibaren 500 milyar bütçeli Avrupa Stabilizasyon Mekanizması ESM getirilecek.
Ancak bu, kararın bir yanı. Diğer yanı ise Avrupa İstikrar Antlaşması’nın
sertleştirilmesi. Buna göre kriterlere uymayıp ticaret açığı veren ülkeler
cezalandırılacak ve hükümetleriyle parlamentolarının egemenlik hakları askıya alınacak.
AB Komisyonu bunların haricinde Avro bölgesindeki 17 ülkenin ulusal bütçe
planlamasına karışabilecek ve ücret seviyeleri ile sosyal hizmetlerin
kısıtlanmasına karar verebilecek. Bu da yetmedi, ulusal hükümetler Komisyon’un
direktifiyle devlet giderlerini – yani altyapı yatırımlarını, sosyal hizmet
giderlerini, konjonktür programlarını v.s. – indirmeye ve iktisat
politikalarını Komisyon’un belirlediği çizgiye çekmekle mükellef kılınacaklar.
Temmuz başında Yunanistan Maliye Bakanı Venizelos »biz, ancak bize söyleneni
ve izin verileni yapıyoruz«
diyordu. Şimdi bu teyid edildi: seçmen kimi seçerse seçsin, ülkesi ve geleceği
hakkındaki kararları başkası verecek ve bunu değiştiremeyecek.
Görünen o ki, »krizden
kurtulmak« gerekçesiyle atılan bu adımlar Avrupa’yı demokratik meşruiyetin
olmadığı ve ülkeler ile ilgili tüm kararları uluslararası malî piyasaların
temsilcisi hâline gelen komiserlerin alacağı bir coğrafyaya dönüşecek.
Bundan en kazançlı çıkan ise
Alman sermayesi. Zaten iş başından itibaren Almanya’nın belirlediği bir çizgide
ilerledi. Avro Bölgesi kararı, bu bölge içerisindeki ülkelerin birbirleriyle
ucuz işgücü, düşük vergi, yüksek sübvansiyon ve sosyal adaletsizlik konusunda
rekabet eden birer »ekonomi mevkiileri«ne dönüştürdü. Almanya, güçlü ekonomisiyle
Avro Bölgesi ülkelerini esir aldı ve AB’nin imparatoru hâline geldi.
Hükümetlerin her işbaşına gelişlerinde tekrarladıkları »Almanya, ancak AB
çatısı altında yeniden güçlü ülke olabilir« teranesini bu çerçeveden okumak
aydınlatıcı olur.
Amma velakin, görünen köy
klavuz istemiyor. Bir kere oluşturulan ESM de kırılgan ayaklar üzerinde. Sadece
İtalya’nın borçlarını ödeyemez duruma düşmesi, ESM’i oyun kâğıtlarından
yapılmış bina gibi hemen çökertebilir. ESM krizi çözmekten ziyade, süresini
uzatacak. İkincisi, Yunanistan gibi ülkelerin ticaret açığı madalyonun bir
yanıysa, Almanya’nın ticaret fazlası da diğer yanı olduğundan, Almanya Avro
Bölgesi’ndeki ülkelerin »borçlarını ödeyebilir« durumda olmasına bağlı. Yani,
imparator, borçluların istikrarı kadar güçlü olabilecek.
Fatura ise her zamanki gibi
halka çıkartılacak. »Kurtarma operasyonu« yaşlı-genç, işli-işsiz her kesimden
insanın sırtına yeni yükler yükleyecek. Buradaki asıl soru, bu oyun daha ne
kadar devam edebilecek?