2 Eyl 2011

Libya’nın ardından

Başta Fransa başkanı Sarkozy olmak üzere, Batılı hükümet ve devlet başkanları, »halkın Kaddafi Rejimi üzerindeki zaferini« kutlarlarken, ajanslara savaş başladığından bu yana Libya’da 50 bini aşkın insanın yaşamını yitirdiği haberi düştü. Amnesty International ise, ayaklanmacıların özellikle siyah Afrikalılara karşı şiddet uygulamalarını eleştiriyor. Görüldüğü kadarıyla Libya’ya barış kolay gelmeyecek.

Aslında »halkın zaferi« diye propaganda edilen, NATO savaşında başka bir şey değil. NATO savaş uçakları toplam 20 bin saldırı ile Kaddafi Rejimi’nin çökmesini sağladı. Televiyonlara yansıyan görüntüler, bilhassa ayaklanmacıların kitlesel kurşuna dizme eylemleri, pek iyinin habercisi değiller.

Kaldı ki, bir bütün olarak hareket etmeyen ve farklı gruplardan oluşan ayaklanmacıların dışarıdan destek almadan halkın en asgarî gereksinimlerini karşılayamayacakları kesin. Ama öyle ya da böyle: Libya devleti, tarihinin sonuna geldi ve Libya petrol kaynakları uluslararası tekellerin eline geçti. Bu durum muhtemelen OPEC çatısı altında toplanan petrol üreticisi »Üçüncü Dünya«nın bölünmesine de neden olabilir.
Kısacası, bugünden sonrası Kaddafi dönemini aratacak gibi.

Tüm zafer çığlıklarına rağmen Libya savaşı emperyalist cephe açısından da çeşitli sorunları açığa çıkardı. Bir kere, ilk kez Avrupalı NATO üyelerinin öncülük ettiği bu savaş, hem ittifakın tek politik dille konuşamadığını, hem de Avrupa’nın askerî açıdan hâlen ABD’ne bağlı olduklarını ortaya çıkardı. NATO şu hâliyle üç gruptan oluşuyor artık: 1) Küresel stratejiler takip eden ABD, 2) dünya politikalarında söz sahibi olmayan çalışan Britanya ve Fransa ile bazı NATO üyeleri ve 3) başta Almanya olmak üzere Doğu Avrupalı »çekingen« NATO üyeleri.

Bu gerçekler NATO içerisinde ve üye devletlerde bazı tartışmalara neden oluyor. ABD uzun vadeli hedefleri için stratejik ve jeopolitik ağırlığını Türkiye, Mısır, Doğu Afrika ve Pakistan’a kadar Orta Doğu’dan oluşan coğrafyaya koyuyor. Bu açıdan ABD’nin önümüzdeki yıllardaki hamlelerini Suriye, Lübnan, Israil, Filistin ve Iran cephelerinde beklemek gerekecek. Libya, ABD için bu stratejik konumlanışta ikincil önem taşıyor.

Avrupalılar ise Magrep, Suriye ve Arap Yarımadası’ndaki gelişmelere etkide bulunamıyorlar. Ellerindeki »araçların« bu bölgedeki jeostratejik boyuta uygun olmadıklarını bizzat kendileri vurguluyor. Libya’dan sonra NATO’nun da Avrupa’nın stratejik çıkarları için yeterli bir araç olmadığı görüldü. Bu tespitlerden hareket eden Avrupalılar, basından izlenebildiği kadarıyla, dört noktaya odaklanılması gerektiğini tartışıyorlar.

Öncelikle Avrupa’nın, ister AB, isterse de Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası üzerinden Arap ülkeleri ile sıkı işbirliğine girmesi isteniyor. Bu işbirliğinin Avrupa’nın çıkarlarını gözeten »reform« politikalarının uygulanması, »ihtilaf önleyici« müdahaleler ve ekonomik partnerlik alanlarında yoğunlaşması söz konusu.

İkincisi; Avrupa’nın Israil’in, Filistin ve Suriye karşısındaki çıkarlarının savuncusu olması. Bu amaçla ortak bir politik dil ile, özellikle BM’de Israil karşıtı kararların engellenmesi.

Üçüncüsü Türkiye’nin daha güçlü olarak desteklenmesi. Türkiye’nin iç politikalarına yönelik eleştirilerin, Türkiye’yi Orta Doğu’da »eşit haklı partner« olarak kabul etmeyi engellememesi isteniyor (Bu açıdan, AKP hükümetinin Kürt Özgürlük Hareketi’ne yönelik savaşına Avrupa’dan destek geleceğini söylemek pek de yanlış olmaz).

Ve dördüncüsü; ABD’nin Doğu Akdeniz’deki angajmanı nedeniyle Batı Akdeniz ve Kuzeybatı Afrika ülkelerinin stratejik partnerlik alanına alınması isteniyor.

Bunların gerçekleştirilmesinin önkoşulu olarak ise, Avrupa ülkelerinin askerî yetilerini geliştirmeleri zorunlu görülüyor. Ortak hava ve deniz kuvvetlerinin, hava nakliyat ve havadan indirme birliklerinin, operatif gözlem olanaklarının, deniz aşırı müdahale birliklerinin ve »ayaklanmaları önleyici müdahalelerin« geliştirilmesi isteniyor. ABD’nin stratejik görevlerinden kaynaklanan yükünün »ancak bu şekilde hafifletilebileceği« vurgulanıyor.

Henüz bitmemiş olan Libya savaşının ardından görünen, emperyalistlerin aralarındaki tüm çelişkilere rağmen yeni savaşlar için hazırlıklarını artırdıklarıdır. Şu kesin: Libya’nın ardından gelen kesinlikle barış olmayacak!