»Vatanım yeryüzü, milletim insanlık!«*)
Me|ta|mor|foz, [Lat. Metamorphosis], Başkalaşma – Herhalde Alman ordusundaki
değişimi ifade eden en uygun tanım bu olsa gerek. Çünkü Almanya anayasası temelinde
Federal Ordu tanımlanmaya çalışılırsa, bugünkü yapısının »yurt savunması« ile yakından uzaktan bir ilgisinin kalmadığı
görülebilir.
Federal Ordu’nun metamorfozu rafine bir biçimde ve
yavaş yavaş gerçekleştiriliyor. Bu hafta Almanya kamuoyunun gündemi »Avro’yu kurtarma operasyonları« ile
meşgulken, Federal Hükümetin en çalışkan (!) üyesi, Savunma Bakanı Thomas de Maizière, Almanya çapında çeşitli
ordu yerleşkelerinin kapatılacağını ve bu şekilde bütçe konsolidasyonu için
gerekli olan tasarruflara başlanacağını ilân etti.
Aslında selefi Karl-Theodor zu Guttenberg’in zorunlu askerliği kaldırma kararı ile
bu adım birlikte ele alındığında, savaş karşıtlarının savunma giderlerinin
azaltılması isteğinin yerine getirildiği düşünülebilir. Ama kazın ayağı hiç öyle
değil, çünkü atılan adımlar Federal Ordu’nun saldırı savaşları ordusuna
dönüşümünün bir gereği.
Zorunlu askerlik, Federal Ordu’nun vurucu gücünü
azaltan bir uygulamaydı. Zorunlu askerlerin »yurt dışı görevlerinde« yetersiz
oldukları görülmüş ve gereksiz yere kapasiteleri bağladığı açığa çıkmıştı.
»Reform« adı altında atılan adımların asıl hedefi, saldırı savaşları ve
işgaller gibi »yurt dışı görevlerine« gönderilecek olan asker sayısının
artırılmasıdır. Hükümet planlarının, şu an için 7 bin ile sınırlı olan asker
sayısının 10 bine çıkarılması olduğu uzun zamandan beri bilinmekte. Britanya
(23 bin asker) ve Fransa (30 bin asker) ordularının müdahale savaşları için
silah altında tuttuğu asker sayıları Almanya için örnek teşkil ediyor.
Gerçekleştirilen »reformun« Almanya’nın savaş sonrasındaki
en büyük stratejik-askerî dönüşüm projesi olduğu söylenebilir. Dönüşümün temel
hedefi, iddia edildiği gibi ülke savunması veya ittifak yükümlülükleri değil,
yönergelerde altı çizildiği gibi, Alman tekellerinin küresel çıkarının
korunmasıdır.
Yürürlükte olan Savunma Politikaları Yönergesi, Federal Ordu’nun en temel
görevinin, »serbest ve engelsiz dünya
ticaretinin ve açık denizler ile doğal kaynaklara serbest ulaşımının güvence
altına alınması« olduğunu belirtiyor. Bu açık emperyalist amaç da, CDU/CSU,
SPD, FDP ve Yeşiller’den oluşan fiîli büyük koalisyonca savunuluyor.
1949’da, Federal Almanya’nın kuruluş ilânının
hemen akabinde düzenlenen bir iktisat kongresi katılımcıları »Özgür Almanya ancak özgür bir Avrupa çatısı
altında ekonomik gücünü gelistirebilir« tespiti üzerinde hem fikir
olmuşlardı. Yani, güçlü Almanya artık Avrupa ile var olabilecekti. Ve bugünün
Çekirdek Avrupa konseptini, Almanya’nın ihracat şampiyonu olmasını ve AB üyesi
ülkelerin derin kriz içine düşmelerindeki belirleyici rolünü göz önünde
tutarsak, Almanya sermayesinin bu amacına önemli ölçüde ulaşmış olduğunu
görebiliriz.
Kısacası kendi sınırları içerisinde enerji ve
hammadde kaynaklarına hemen hemen hiç sahip olmayan Almanya’nın küresel
egemenlikteki aslan payını kapma yolunda hızla ilerlerlediği söylenebilir.
Almanya’nın neoliberal elitleri bu ulvî (!) amaçları için ülke içinde
demokrasinin içini boşaltırlarken, dış politikayı da militaristleştirmeye devam
ediyorlar. Neoliberal politikaların itici gücü ve küresel krizlerin açık farkla
galibi olan Almanya, bu politikalarıyla dünya halklarına seçenek olarak
sömürüyü, açlığı, sefaleti, savaşları ve ölümü sunuyor.
Ancak Almanya bu konuda yalnız değil. Emperyalist
güçler ordularını her daim saldırı savaşlarına hazır ve dünya çapında
konuşlanabilecek yeteneklerle donatıyorlar. Bu açıdan Almanya’daki askerî
dönüşümün bir NATO politikası olduğunu ve Türkiye’de de profesyonel orduya
geçme çalışmalarının da, bu politikalar çerçevesinde uygulandığını vurgulamak
gerekiyor.
Profesyonel orduyla, »askerlikten«
kurtulacaklarını zannedenler müthiş yanılıyor. Çünkü, »profesyonel« savaşların
asıl faturasını kendilerinin ödeyeceklerini bilmiyorlar.
-------
*)Van depremi ile bağlantılı olarak ortaya çıkan
müthiş ırkçı heyezanlar korkutucu boyutları ile ürkütücü bir hâl aldı.
Irkçılığa ve milliyetçiliğe karşı verilebilecek en güzel yanıt, »vatanım
yeryüzü, milletim insanlık« şiarıdır. Bu şiarı bir nevî »kelime-î şahadet«
gibi, yani »şahadet ederim ki, yeryüzünden
başka vatan, insanlıktan başka millet yoktur« inanışı ve bilincini insan
olmanın şahadeti olarak sürekli tekrarlamak gerektiği düşüncesindeyim. O
nedenle, bundan sonraki yazılarıma her defasında bu şahadetle başlayacağım.