5 Eki 2014

Hong Kong olaylarının gösterdikleri

Eylül sonunda »Kent merkezini aşk ve barış ile işgal et« başlığı altında ve »daha fazla demokrasi« iddiası ile Hong Kong’da yaklaşık on bin kişinin katıldığı eylemler başladı. Batı medyası eylemlere hemen »Şemsiye Devrimi« adını taktı ve Çin yönetiminin çaresiz kaldığını yazdı. »Occupy« hareketlerine atıfta bulunan bu eylemler, Batı Avrupa’daki kimi sol gruplarınca ilgi ve destekle karşılandı. Peki, bu eylemler sahiden solun desteğini hak ediyorlar mı?

1997’de Britanya’nın Çin Halk Cumhuriyeti’ne geri verdiği kent, iktisadi ve sosyal açıdan imtiyazlı bir bölge. Britanya’nın sömürgesi altında gelişen Hong Kong burjuvazisinin en önemli pazarı ise Çin. Kent yönetimi bu burjuvazinin elinde. Özel idare alanı statüsünde olan Hong Kong uzun süre dünyanın en önemli ekonomi merkezleri arasındaydı. Ancak Çin’de gerçekleştirilen ekonomik liberalleşme Şanghay, Dailan ve Guangşu gibi liman kentleri ile, Pekin borsasının öne geçmesine neden oldu. Hong Kong’daki yaşam standardı ise bu kentlerdekinin gerisine düştü.
Diğer yandan Pekin, Britanya ile yaptığı antlaşma gereğince 2017’de yapılacak olan seçimler için yasa değişikliği yaptı. Batı medyası, Çin yönetiminin bu kararının protestolara neden olduğunu iddia ediyor. Ancak bu protestoların Çin’i kuşatma çabaları ve Pasifik bölgesindeki gelişmelerle ilintili olduğuna pek değinmiyor.
Yaklaşık on milyon nüfusa sahip Hong Kong’da on bin öğrencinin Çin’in genelinde bir ayaklanmaya neden olabileceği beklentisi pek gerçekçi olmasa da, olayların Çin yönetimi üzerindeki baskıyı artırması muhtemel. Ama buna rağmen, bu olayları başlatan harekete yakından bakmakta yarar var.
Bir kere Hong Kong protestocularını dünyanın diğer yerlerindeki »Occupy« hareketlerinden ayıran en önemli özellik, Hong Kong’dakilerin neoliberal ideolojiye karşı olmamaları. Aksine, hareket verili kapitalist ilişkilere karşı çıkmamakta ve çoğunluğu »imtiyazlarını« kaybetmek istemeyen refah şovenistlerinden oluşmaktadır. Diğer yandan seçim yasasında yapılan değişiklikler Hong Kong’da ilk kez burjuva demokrasisi anlamında demokratik seçimlerin yapılmasını sağlayacak. Protestocuların sözcüsü ve Batı medyasının politik star hâline getirmeye çalıştığı Joshua Wong’un ifade ettiği temel talepler, »komünizme karşı olmak« ve »Çin’e ait olmamaktan« ibaret. Wong’un Batı medyasında bildirildiği gibi, Macao’daki lüks otellerde sürekli olarak ABD tarafından finanse edilen »Hong Kong America Center« adlı sözde düşünce kuruluşu ile sıkı görüşmeler sürdürdüğü, bu kuruluşun okullar ve üniversitelerdeki öğrenim planlarını belirlediği ve Batılı STÖ’lerin desteğini aldığı düşünülürse, Hong Kong’daki »Occupy« hareketinin, aynı Ukrayna’daki »Protakal Devrimi« ve İran’da geliştirilmeye çalışılan »liberal yeşil devrim« gibi kimin çıkarına kurgulandığı görülebilir.

Kuşkusuz solcuların Çin’deki iktisadi, toplumsal ve siyasi gelişmelerle ilgili yapacakları çokça eleştiri var. Ama sömürge yönetimi altındaki durumu »demokrasi« diye ifade eden, Hong Kong burjuvazisinin çıkarlarına tercüman olan, neoliberal ideolojiyi ve kapitalist üretim tarzını savunan ve refah şovenisti talepleri yükselten bir hareketi, »demokratik« ve sol tarafından desteklenmesi gereken bir toplumsal hareket olarak görmek için hiç bir neden yok. Çin yönetimine yönelik tüm eleştiriler saklı kalmak şartıyla, komünistlerin ve sosyalistlerin yapması gereken, Hong Kong’daki gelişmeleri diyalektik analiz ve tarihsel maddecilik temelinde değerlendirmektir. Burjuva demokrasisinin her zaman burjuvazinin sınıf egemenliğinin bir aracı olduğunu unutmadan.