Bu yazı Kobanê’nin Ortaçağ vahşetinin
saldırısı altında olduğu 19. günde kaleme alındı. Genci yaşlısı, kadını ve
erkeği ile DAİŞ çetelerine karşı, sadece kendilerini değil, insanlığın evrensel
değerlerini savunan Rojavalılar inandığımız tüm değerler için fedaice vücutlarını
siper ederlerken, güvenli ve imtiyazlı bir coğrafyada yetersiz kalmanın utancı
içinde kaleme alındı bu yazı.
»Anlatılan, senin hikâyendir« demiş
ustalar. Bugünlerde Rojava’da yazılan tarih de insanlığın tarihidir. Bundan
böyle özgürlük mücadelesi dendiğinde, Kalaşnikow ile tanklara karşı direnen
kadın gerillaların mücadele ruhu kıstas alınacaktır. Rojava Devrimi kanla
boğulsa bile, hafızalardan silinmeyecek olan bu onurlu mücadele çoktan tarihin
sayfalarına altın harflerle kazıldı bile.
Ezilenler ve sömürülenlerden yana olduğunu
iddia eden, daha iyi bir dünya kurma kararlılığını yüreğinde taşıyan bilinçli
kesimler, bundan böyle atacakları her adımın bu mücadele ruhu ile
kıyaslanacağını bilmek zorundalar. Her bilinçli devrimci, sosyalist, komünist
bilhassa bugünlerde »Kobanê’nin, Rojava Devriminin savunulması için ne yaptım«
sorusunu aklından çıkarmamalıdır.
Elbette, savunma sadece silahla olmaz.
Diplomasi, siyaset, kamuoyu çalışmaları da bu savunmanın vazgeçilmez
parçalarıdır. Ama bunlar da cephede direnenlerinki kadar tutarlı olmalıdır.
Cephede yanlış bir tavır, bir yanılgı insan yaşamına mal olur. Doğru, tek bir
insanın yaşamı, yerine başka bir şey koyamayacak kadar değerlidir. Savaşanlar
bunun bilincinde, ama buna rağmen bu değeri kurban etmeye hazır olarak mücadele
etmektedirler. Ama bilirler, cephedeki bir yanılgı belki muharebenin
kaybedilmesine neden olabilir, ama savaş kaybedilmemiştir henüz.
Amma velakin dışarıdaki, diplomaside,
siyasetteki yanılgılar savaşın kaybedilmesi, özgürlük umutlarının yok olmasına
neden olabilir. Sadece bu değil, on yıllar boyunca karanlığın hakim olmasına
yol açılabilir. O nedenle bu alanlardaki insanların sırtındaki sorumluluk
büyüktür. Bu görevler savsaklamaya gelmez. Devrim ruhunun perspektifini unutup,
egemenlerin hakim olduğu diplomasi ve siyaset sahnesinin hengamesinde rotasını
şaşıranlar, istemeden de olsa, devrime en büyük darbeyi indirebilirler.
Yazıya başlamadan önce haberleri okurken,
HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın, Ahmet Davutoğlu’nun »Biz de
Kobani’nin IŞİD’in eline geçmesini istemiyoruz« demesinden memnuniyet duyduğu
haberi dikkatimizi çekti. Aynı saatlerde HDP MYK’sını bir açıklamasında
»Geçtiğimiz aylarda beklenmedik bir şekilde Irak’ta saldırıya başlayan
DAİŞ’in...« biçiminde bir cümle dikkatimizi çekti.
Davutoğlu’nun söylediklerinden memnuniyet
duymak, eğer parlamenter nezaket icabı sarf edilen bir cümle değilse, büyük bir
yanılgının göstergesidir. Salt söylem değerlendirmesine dayanan bir siyaset,
çıkmazdan kurtulamaz, çünkü siyasette belirleyici olan söylem değil, alınan
kararlar, tarihsel koşullar, maddî şartlar ve çıkarlardır. Bölgesel emperyalizm
heveslerinden vazgeçmeyen, DAİŞ’e hâlen dolaylı olsa da destek çıkan, savaş
tezkeresi çıkaran, »tampon bölge« hedefinden vazgeçmeyen ve yaptıkları yapacaklarının
teminatı olan bir hükümetin başbakanının taktik söylemlerini siyasetin temeli
olarak ele almak, kusura bakılmasın ama, dünyaya at gözlüğü ile bakmakla eş
anlamlıdır.
Diğer yandan bir siyasî partinin
»beklenmedik gelişme« diye bir açıklama yapması, talihsizliktir. Hayır, tüm bu
olanlar »beklenmedik« değil, uzun zamandan beri beklenen, öngörülen ve
hesaplanabilir gelişmelerdir. 7 Şubat’ta yazmıştık: »Küresel stratejileri
değerlendirmeden, salt kendi sınırları içerisinde siyaset geliştirmeye çalışmak,
her türlü hesabın geçersiz kılınacağını kabullenmekle eş anlamlı olacaktır«
diye. Bu tespit, bugün daha da geçerli olmuştur. Rojava, Kobanê için tek şey
geçerli: »Ya devrim, ya hiç!«. Gerisi yanılgıdır.