Bu yazı yayımlandığında, Antalya’da
Çarşamba günü başlayan NATO dışişleri toplantısı bitmiş olacak. Asıl sonuçları
kamuoyuna ne denli açıklanacak, onu öngöremiyoruz, ama bu toplantıda AKP
rejimine hallice bir ince ayar verileceği bugünden belli. NATO’nun Arap Ligi,
Afrika Birliği ve Körfez İşbirliği Konseyi temsilcileriyle yaptığı toplantının
ana konusu Suriye ve Irak’tı. İlk gün ele alınan konu Ukrayna krizi ve ülkenin
Doğusuna yönelik »tedbirler« oldu.
NATO çevrelerinde uzun zamandan beri,
giderek artan bir »Erdoğan rahatsızlığı« ifade ediliyor. Bu rahatsızlığın temel
nedeni, Erdoğan’ın tamamen iç politik kaygılarla, sadece ülke içindeki
karşıtlarına değil, aynı zamanda kendi müttefiklerine karşı da agresif bir
retorik kullanıyor olması. Burjuva basınında yer alan bazı yorumlarda,
»kendisini bitmeyen bir seçim kampanyasında gören Erdoğan’ın teamüllere aykırı
tavırları artık tahammül sınırlarını zorluyor« değerlendirmesi yapılıyor.
İki yıldan beri Maraş’ta konuşlandırılan
Patriot sisteminin görev süresinin uzatılmasından önce Federal Hükümetin
parlamento gruplarına gönderdiği bir mektup, bu rahatsızlığa tercüman olmuş:
»Alman Patriot sisteminin ve federal ordu mensuplarının görevinin devam etmesi,
Türkiye’nin ittifakın düzen siyaseti çerçevesinde kalmasını sağlayacaktır«.
Berlin’de parlamento kulislerinde ve gazeteciler arasında bu açıklama »Türkiye
ve NATO ilişkilerine ayar gerekiyor« biçiminde okunuyor. Zaten hava savunma
sistemi olan Patriotların harekete geçmesini gerekli kılacak bir Suriye
saldırısının hiç bir zaman olmayacağını herkes biliyor.
NATO’daki müttefikleri, Erdoğan’ın 2013’de
TSK için »Çin’den roket alırım« provokasyonunu unutmuş değiller. Aynı şekilde
Türkiye’nin Suudi Arabistan ve Katar ile birlikte, NATO’dan açık onay almadan
Suriye’de geliştirdiği angajman ciddi bir sorun olarak görülüyor. Çünkü başta
ABD olmak üzere, NATO’da Esad sonrası Suriye’nin nasıl şekilleneceği belli
olmadan Esad’ın alaşağı edilmesinin büyük riskler taşıyacağı görüşü hakim.
Erdoğan ise, Suudi ve Katar despotlarının dolduruşuyla, NATO’nun Rojava’yı da
kapsayacak bir »güvenli bölge« oluşturmasını veya Türkiye’ye bunun için izin
vermesini talep ediyor.
Tüm bunlara rağmen AKP rejiminin yarattığı
rahatsızlık, NATO’nun »ipleri koparacak« bir adım atmasına yol açmayacak. Çünkü
Irak, İran ve Suriye’nin komşusu ve Karadeniz dahi, çeşitli »kapıların hakimi«
(C. De Gaulle) olan Türkiye’nin jeostratejik konumu NATO ve emperyalist güçler
için paha biçilmez değerde. Bu nedenle rahatsızlıkların kapalı kapılar ardında
dile getirilmiş olduğu ve Suriye konusunda ince ayar yapıldığı kuvvetle
muhtemel. AKP rejimi bu ince ayara uymamazlık etmeyecektir, ama 7 Haziran’da
fazla oy kaybetmeden çoğunluğu yeniden ele geçirirse, saldırgan politikaları için
toplumsal meşruiyet kazandığını iddia edecektir.
AKP rejimine ancak HDP mevzii
kaybettirebilecektir. Barajın yıkılmasında yurtdışı oylarının oynayacağı rolün
önemi belli. Avrupa’daki HDP taraftarlarının gösterdikleri angajman da takdire
şayan. Ancak kitlesel etkinlikler kimseyi yanıltmamalı. Bu nedenle hiç kimse,
»görevimi yaptım« rehavetine düşmemeli, son güne kadar olağanüstü çaba sarf
etmeli. Çünkü her geçen gün HDP’nin barajı aşmasının sadece demokratik dönüşümün
değil, Rojava’nın korunmasının da güvencesi olduğu ortaya çıkıyor.