Bir Alman gazetesine demeç veren İran
Sanayi Bakanı yardımcısı Mehdi Karbasyan sevincini gizleyemiyordu: “Şu ana
kadar çoğunluğu Almanya, Avustralya, Belçika, Britanya, Fransa ve Kanada’dan
olmak üzere çok sayıda şirket temsilcisi bizimle ilişkiye geçti”. Bakan
yardımcısını bu denli sevindiren, sürmekte olan nükleer program müzakerelerinin
“olumlu” sonuçlanacağını hesaplayan uluslararası tekellerin şimdiden açılması
beklenen İran pazarında mevzii kazanmaya çalışması.
Yeni kâr olanaklarının kokusunu herkesten
önce alan uluslararası tekellerin bu angajmanı, Suudi Arabistan, Körfez
İşbirliği ülkeleri ve İsrail ile ABD başkanlık seçimlerine odaklanan
Cumhuriyetçi muhafazakârların tüm ısrarlarına rağmen ABD yönetiminin İran ile
olan ilişkilerinde önemli revizyonlar yapacağına işaret ediyor. Görüldüğü
kadarıyla 2011 yılından bu yana sertleştirilmiş olarak devam eden ambargo ve
yaptırımlar, ABD’nin Pasifik stratejisinin kesinleşmesiyle birlikte önümüzdeki
yaz aylarında varılması beklenen nükleer program uzlaşısı sonunda tarihe
karışacak. Yıllardan beri uygulanan ambargolar ve yaptırımlar nedeniyle, müthiş
döviz rezervleri olmasına rağmen ekonomik gereksinimleri karşılamakta güçlük
çeken İran, uluslararası tekellerin ihtiyacını kabartan bakir bir Pazar. Ancak
yaptırımların kaldırılması ve Molla Rejiminin emperyalist güçlerle gireceği
yeni işbirliğinin İran’daki emekçi kitlelere ve yoksul halka beklenilen refahı
getirecek mi, işte o hayli şüpheli. Okuduğunuz bu makalede bunu irdelemeye
çalışacağız.
Devasa talep, çekici pazar
Alman sermayesinin borazanı olan burjuva
medyasında uzun zamandan beri, bilhassa Ahmedinejat döneminin bitmesiyle, İran
ile ilgili çok sayıda analizler yer almakta. Burjuva medyasının ekonomi
sayfalarında İran pazarının açılmasının “Alman sanayiine müthiş fırsatlar”
yaratacağı belirtiliyor ve kısa süre içinde yüz milyar Dolar’a ulaşacak ticaret
hacminden “pay” alabilmek için Federal Hükümetin gösterdiği çabalar övülüyordu.
Uzmanlar (!) İran ile AB arasındaki ticaret hacminin 2018’e kadar dört katına
çıkacağını varsayıyorlar.
Onca yıl süren ambargolar özellikle İran
sivil havacılığında ciddi açıklara yol açtı. Sivil uçak filosu yedek parça
eksikliği nedeniyle bakım yapmakta zorlanıyor, ki son yıllarda uçak kazalarının
artışının ardında bu bakım zorluklarının yattığı belirtiliyor. Frankfurter
Allgemeine Zeitung’da yer alan bir habere göre, İran sivil havacılığı
önümüzdeki yıllarda 400 uçak almayı planlıyor. Gene aynı haber, Tahran’daki
havacılık uzmanlarının Çin’e olan bağımlılıktan şikayet ettikleri ve Batı
teknolojisi almak istediklerini bildiriyor. Emperyalist güçlerin İran’ın Çin
ile geliştirdiği ekonomik ilişkilerden rahatsız olduklarını burada ayrıca
vurgulamaya gerek yoktur herhalde.
Uluslararası tekeller Molla Rejiminin satın
alma gücü yüksek bir müşteri olacağından şüpheleri yok. Bir kere 2011 yaptırımlarından
bu yana yarıya düşen petrol ve doğal gaz üretiminin, yaptırımlar kaldırıldıktan
sonra “normalleşerek” devlet gelirlerini artırması bekleniyor. Ayrıca İran’ın
kredi alma olanakları da bu durumda artacak, çünkü ülkenin borçlanma düzeyi
GSMH’nın yüzde 5’ini bile bulmuyor. Çoğunluğu 30 yaş altında 78 milyonluk bir
nüfusa sahip olan İran aynı zamanda 110 milyar Dolar’dan fazla döviz rezervine
sahip.
Pazar kavgası çoktan başladı
Almanya’daki burjuva basınında dikkat çeken
bir diğer nokta ise, ABD’nin tavırlarına yönelik sert eleştiriler. Gerek AB
yöneticileri, gerekse de Avrupalı tekellerin temsilcileri ABD’nin İran ile olan
ilişkilerde “son derce egoist” davrandığından ve Avrupalı tekellere “pazar payı
vermeye yanaşmamasından” şikayetçiler. İran’ı “kara para yıkama merkezi” olarak
ilân eden ABD, bu karar çerçevesinde Avrupalı tekellerin hareket alanlarını
daraltabiliyor. Örneğin 2014 Mart’ında Heinrich-Böll-Vakfı tarafından
yayımlanan “İran Raporu”, ABD’nin Avrupalı tekelleri “İran ile ticaret yapmaması
için uyardığını” bildiriyordu. Aynı şekilde Avrupa basınında, “ABD
büyükelçiliğinin Fransız şirket temsilcilerini İran ile ticari antlaşmalar
imzalamamaları için uyardığını ve aksi takdirde banka hesaplarının dondurulup,
ABD piyasalarına sokulmayacakları tehdidini savurduğunu” okumak olanaklıydı.
Zaten daha önce 11 Şubat 2014’de ABD Başkanı Obama “ABD’nin uyarılarını dikkate
almayan şirketler, bir ton tuğla altında kalmışa dönerler” diyerek, İran pazarı
konusunda tek söz sahibinin ABD olduğunu vurgulamıştı. Aynı günlerde Alman
basınında yer alan bir haberde, İran Petrol Bakanlığından bir yetkilinin, “Nükleer
program uzlaşısı sağlanırsa, ertesi gün en iyi projelerin Amerikalılara
verildiğini göreceksiniz. Avrupalılar kuyruğa girecek, ama aynı Libya’da olduğu
gibi, sonunda sözleşmeleri Chevron ve Exxon Mobile imzalayacak” dediği not
ediliyordu.
Avrupalı tekeller, AB’nin müttefiki olan
ABD’nin “tek yanlı davranmasından” ve “İran’daki üçüncü şahıslar üzerinden
pastanın aslan payını ABD’li şirketlere dağıtmasından” şikayet ederlerken,
Rusya bildiği gibi davranmaya devam ediyor. Lozan’da müzakerelere devam kararı
alınır alınmaz, tahıl ve inşaat malzemesi satışı yapan Rusya, İran’a hava
savunması için S-300 roketleri satma kararını aldı. Rusya Dışişleri Bakanı
Lawrov, “yürürlükteki ambargo ve yaptırımların savunma amaçlı olan silahların
satılmasını engellemediğini” belirterek, İran tarafından istenmesi durumunda,
tanesi yaklaşık 1 milyar Dolar’a modernleştirilmiş S-300VM roketlerini de
satabileceklerini vurguladı. Görüldüğü gibi açılacak olan İran pazarı herkesin
iştahını kabartmış durumda.
Peki, ya İran halkları?
5+1 nükleer program müzakerelerindeki
gelişmeler, İran kamuoyunda geleceğe yönelik umutların yeşermesine neden
oluyor. Ambargoların ve yaptırımların yükünü sırtlanmak zorunda bırakılan
emekçi kitleler ve yoksul halk, darboğazın ve kıtlığın aşılacağını, işsizliğin
azalacağını, petrol gelirlerinin artmasıyla altyapı yatırımları ve sosyal
programların genişletileceğini umuyor. Molla Rejimi olası toplumsal direnç
mekanizmalarını kırmak için sürekli bu umutları yeşerten bir propagandaya
başvuruyor. Nitekim Mayıs ayında yapılan bir anket, İranlıların “yaklaşık yüzde
83’ünün kendisini mutlu ve iyimser hissettiğini” ortaya çıkarmış. Devlet haber
ajansı IRNA’nın yaydığı bu haberin doğruya yakın olması büyük olasılık, çünkü
Avrupa basınında ve bağımsız İran medyasında da “İran’da genel olarak iyimser
bir atmosferin hakim olduğu” haberleri yer alıyor.
Molla Rejiminin nükleer program
müzakerelerini rejimi güçlendirmek için kullandığı ve oluşan “iyimser havayı”
söylemleriyle teşvik ettiği biliniyor. Ama öyle olmasa da halkın iyimserliğe
kapılması için yeterince nedeni var. Çünkü 2012’de yüzde 7, 2013’de ise yüzde 2
gerileyen ve ancak 2014’de yüzde 1,5 yükselen ekonomik büyümenin olumsuz
etkilerini en çok emekçi kitleler ve yoksul halk çekiyor. Yatırımları durduran
ve memurlarına maaş dahi ödemekte zorlanan Molla Rejimi, İran para birimi
Rial’in değer kaybetmesini ve enflasyonun çift haneli oranlarda kalmasını
engelleyemedi. Gerçi enflasyon 2013’de yüzde 34,7’den 2015 Şubat’ında yüzde
15,8’e geriledi, ama bunun faturası Ahmedinejat döneminde başlatılan sosyal
programların silinmesi ve yoksulluğun artması üzerinden gene emekçilere ve
halklara ödetildi.
Fabrikaların ve üretim işletmelerinin
ambargoların yol açtığı sonuçlar nedeniyle kapatılmaları, işsizlik oranlarını
artırıyor ve işçilerin çoğunlukla enformel sektörde, her türlü sosyal
güvenceden uzak çalışmak zorunda kalmalarına neden oluyor. Çalışma Bakanlığının
verilerine göre sözleşmeyle çalışan işçi oranı sadece yüzde 7. İran işçi
sınıfının büyük bir çoğunluğu genellikle en fazla 10 kişinin çalıştırıldığı
atölyelerde istihdam edilmekte ve işçi koruma yasalarının kapsamı dışında
tutulmakta. Aynı şekilde iş güvenliği neredeyse sıfır düzeyde. Gene Çalışma
Bakanlığının verilerine göre sadece 2013 yılında iş cinayetlerinde yaşamını
yitiren işçi sayısı 3 bini aşmış. Resmi verilere göre her hafta ortalama 40
işçi yaşamını yitiriyor. İş kazaları (!) genellikle, 1 milyon civarında
sigortasız işçinin çalıştırıldığı inşaat sektöründe meydana geliyor. Çalışma
Bakanı yardımcısı Hasan Hefdahtan’ın yabancı yatırımcıları özendirmek için
verdiği bir demeci, rejimin itirafı gibi: “1997 ve 2011 yılları arasında üretim
giderleri içindeki ücret payı yüzde 13’ten yüzde 5’e düştü”. Rejim, düşük ücret
ve zorlu çalışma koşullarını uluslararası tekellere peşkeş çekmeye
hazırlanıyor.
Parazit sınıfın temsilciliği:
İslam Cumhuriyeti
Molla Rejimi tüm radikal dini söylemine
rağmen, kapitalist üretim tarzının ve sömürünün koruyuculuğunu üstleniyor.
Ülkedeki işsizliğin ve yaygın yoksulluğun asıl nedeni olan kapitalist sömürü
gerçeğinin üstünü örtmek için “sorunlara ambargolar neden oluyor”
propagandasına sarılıyor.
Ambargoların ekonomik sorunların artmasında
belirli bir rol oynadığından kuşku yok, ki veriler bunu kanıtlıyor. Örneğin
Sanayi, Madenler ve Ticaret Odası “ülkedeki sanayi teşekküllerinin sadece yüzde
40’ı çalışıyor. Golestan vilayetindeki pamuk üretim alanlarının 180 bin
hektardan 10 bin hektara düşmesi nedeniyle 38 pamuk işleme fabrikası kapatılmak
zorunda kaldı” açıklamasını yaparken, Çay Üreticileri Sendikası, “çay üretilen
alanların büyük bir bölümü ormana dönüştü. Çay sektörü iflas ediyor”
şikayetinde bulunuyor.
İşçiler düşük ücret nedeniyle 2 veya 3 işte
birden çalışmak zorunda bırakılıyorlar. 25 Kasım 2014’de İran parlamentosunda
yapılan bir görüşmede okunan İran İstatistik Dairesi ve Merkez Bankası
verileri, 4 kişilik bir ailenin asgarî giderlerinin, yani yoksulluk sınırının
ayda 875,00 Dolar olduğunu ortaya çıkardı. Yasal asgarî ücretin ayda 249,00
Dolar olması, işçilerin bir veya iki ek iş aramak zorunda olmalarının temel
nedeni. 15-24 yaşlarındaki gençler arasındaki resmi işsizlik oranının yüzde
25’i geçtiği İran’da, Tahran belediyesinde çalışan orta düzey bir yöneticinin
dahi ayda 500,00 Dolar’dan daha az bir maaş aldığı düşünülürse, orta
katmanların dahi ne denli geçim sıkıntısı içinde oldukları görülebilir.
Ücretlerin düşük olması bir yana, geç
ödenmesi de ayrı bir sorun oluşturuyor. İran burjuvazisi cimrilikte diğer
uluslardan sınıfdaşlarından geri kalmıyor, aksine daha cimri davranıyor:
işçilere ücretleri parçalar hâlinde ve aylar süren zaman farkıyla “avans”
olarak ödeniyor. Geç ödenen ücretler ise şantaj olarak kullanılıyor ve buna itiraz
edenler işten atılmanın yanı sıra, “düzeni bozma” suçuyla hapse atılma veya
kırbaçlanma cezası ile tehdit ediliyorlar. Özellikle taşra bölgelerinde hane
başına çalışan sayısının az olması nedeniyle, genellikle genç kadınlar
böbreklerini satmak zorunda bırakılıyorlar. Sağlık Bakanlığının verilerine göre
2010 yılında 1.690 böbrek naklinin yapıldığı İran’da bir böbreğe yaklaşık
3.500,00 Dolar ödeniyor.
Bu iğrenç sömürü sisteminin temel
taşıyıcısı Molla Rejimidir. Rejimin kendi resmi istatistikleri, yoksullar ve
zenginler arasındaki gelir farkının en yüksek olduğu ülkenin İran olduğunu
kanıtlıyor. İran burjuvazisi ile rejim aparatında yer alan kesimlerin efsanevî
zenginliği, sarayları ve varlıklarını Batılı magazin basınında görmek olanaklı.
Mollaların ve rejim aparatının zenginliği ise büyük oranda hırsızlığa,
yolsuzluğa ve şantaja dayanıyor. Örneğin İran’ın en yüksek siyasi ve dini
lideri Ayetullah Ali Hamaney, İran ordusunun başkomutanı ve devlet başkanı
olmasının yanı sıra, “İmamın Emiri” adlı ve 100 milyar Dolar’a yakın finans
gücü olan kurumun yürütmesini kontrol ediyor.
Molla Rejimi, İran burjuvazisine olduğu
kadar, rejim aparatına da önemli imtiyazlar vererek parazit bir yönetici
katmanı da oluşturmuş durumda. Hamaney gibi önderler ve rejimin önde gelen
isimleri – elbette çıkartılan fetvalara dayanarak – her türlü vergiden muaf
tutulurlarken, ülke ekonomisinin en önemli sektörleri İran “Devrim Muhafızları”
ve rejim tarafından kontrol edilen dini vakıfların elinde. “Devrim Muhafızları”
ve dini vakıflar da her türlü vergiden muaflar. Bunun yanı sıra atölyeler gibi
küçük işyerleri ve orta ölçekli işletmelerin büyük bir çoğunluğu, rejim
bürokrasisinin, subayların ve “Devrim Muhafızları” mensuplarının elinde.
Bilhassa bu kesimler işçilerini en zor koşullarda ve her türlü güvenceden
yoksun olarak çalıştırıyorlar. Konumlarını kullanarak her türlü direnişi “rejim
karşıtlığı” gerekçesiyle mahkemeler aracılığı ve verilen yüksek cezalarla en
baştan boğmaya çalışıyorlar.
İran burjuvazisi ve mollalar aynı şekilde
İran banka sistemini de yolsuzlukları için kullanıyorlar. İran banka sektöründe
toplam 482 milyar Dolar düzeyinde bir birikim toplanmış durumda. Bu müthiş
miktar, burjuvazi ve rejim aparatı tarafından karşılığı olmayan krediler ile
yağma ediliyor. İran Merkez Bankası şu an için toplam 72,2 milyar Dolar
tutarındaki kredilerin hiç bir karşılığı olmadığını ve geri ödenmelerinin
beklenilmediğini belirtiyor. Rejim, devlet garantisi vererek böylesi kredilerle
yağmayı teşvik etmeye devam ediyor.
Sonuç itibariyle Molla Rejimi, İran
halklarının sırtından ve ülke kaynakları sayesinde kapitalist sömürü sisteminin
ve burjuvazinin sınıf tahakkümünün devamlılığını sağlıyor. Nükleer program
uzlaşısı sonucunda ambargo ve yaptırımların kalkmasıyla, ki bu Sovyetler
Birliği ve sosyalist ülkelerden sonra ilk kez böylesine büyük bir ülke
pazarının emperyalizme ve uluslararası sermaye güçlerine açılması anlamına
gelecek, rejimin ayakta kalma olanakları daha da artacak.
İşçi sınıfı sessiz değil
O açıdan iştahları kabaranlar sadece
emperyalist güçler değil, işbirlikçisi olacak Molla Rejimi ve İran
burjuvazisidir. Ancak İran işçi sınıfı, İranlı komünistler ve demokratik
güçler, tüm baskılara, örgütsüzlüklerine ve zayıflıklarına rağmen sessiz kalmıyorlar.
Son yıllardaki, özellikle 2014 yılındaki grevler ve direnişler bunu gösteriyor.
İran Azerbaycan’ında, Hadormalu madenlerinde, 5 grevci işçinin kırbaç ve bir
yıl hapis cezasına çarptırılmasına rağmen, işçilerin grevden vazgeçmemesi, ülke
çapında binlerce küçük grev ve yürüyüşlerin gerçekleştirilmesi, hemen her gün
ücretlerin zamanında ödenmesi için irili-ufaklı protestoların yapılması, ne
kadar baskı altında tutulurlarsa tutulsunlar, işçi sınıfı ve yoksul kitleler
arasında hoşnutsuzluğun ve direnme iradesinin arttığına işaret etmektedir.
Kuşkusuz ambargo ve yaptırımlar kalkarsa sorunlar çözülür propagandası,
İran’daki reel yaşam koşulları nedeniyle farklı toplumsal kesimler arasında
karşılık buluyor, ama buna asıl sevinenlerin Tahran’ın kuzey mahallelerinde
oturan zenginler olduğu da biliniyor. İranlı komünistler, yaptırımlar
kaldırılsa, yatırımlar ve ekonomik büyüme sonucunda işsizlik oranı artsa bile,
rejimin parazit yapısının değişmeyeceğini kitlelere anlatmaya çalışıyorlar.
Kapitalist sömürü gerçeği, rejimin baskıcı yapısı ve egemenlerin imtiyazlı
konumları, komünistlerin gerçeği söylediğini kısa zamanda halk kitlelerinin
bilincine çıkaracaktır.
İran’daki genel durum ve güncel gelişmeler,
özellikle İran’ın bölgede üstlendiği militarist rol, Molla Rejimi alaşağı
edilmeden, işçi sınıfının ve yoksul kitlelerin
içinde bulundukları koşulların değişmeyeceğini kanıtlamaktadır. İran’ın
kapitalist emperyalist sisteme entegre olması, kapitalist gelişme sürecinin oluşan
koşullar nedeniyle yeni bir dinamik ve ivme kazanması, her ne kadar İran
egemenlerinin konumlarını güçlendirmesine neden olacak olsa da, uzun vadede
İran işçi sınıfının, ezilen İran halklarının, İranlı komünistlerin ve
demokratik güçlerin Molla Rejimini alaşağı edebilmeleri için yeni olanaklar
yaratacaktır. Çünkü değişmeyen yasallık bize kapitalizmin kendi gelişme süreci
içerisinde kendi mezar kazıcısını yarattığını öğretmiştir.
Türkiye işçi sınıfının bilinçli kesimleri,
devrimci güçleri ve komünistlerine bu bağlamda düşen ivedi görev, İran işçi
sınıfı, ezilen halkları ve yoksul kitleleri ile olan dayanışmayı güçlendirmek,
başta Kürt Özgürlük Hareketi ve İranlı komünistler olmak üzere, Molla Rejimine
karşı verilen direnişi desteklemektir. Bölgede egemenlik kazanmak için mezhep
savaşı kışkırtıcılığı yapan AKP rejimini geriletmek ve Türkiye’deki işçi sınıfı
mücadelesi ile eşitlik ve özgürlük kavgasının bütünlüğünü sağlamak, bu
görevlerin yerine getirilmesi için atılacak birincil adımlardır.