Avrupa’daki burjuva basını ve burjuva
siyasetçileri Yunanistan hükümetinin hem borçlarını ödemesi, hem de
uluslararası mali piyasa kurumlarının dayatmalarını yerine getirmesi için
ellerindeki tüm araçlarla bastırmaya devam ediyorlar. Emperyalist güçler elbette
sol-liberal Syriza ile sağ popülist ANEL’in oluşturduğu hükümetten hoşnut
değiller ve »Çin işkencesi« misali, koşulları zorlaştırarak Yunanistan
hükümetinin toplumsal tabanını küçültmeye çalışıyorlar. Bilhassa AB’nin
belirleyici gücü olan Almanya’daki burjuva medyasında yer alan yorumlarda,
»Grexit«, yani Yunanistan’ın Euro Bölgesinden atılması sıkça ifade edilir oldu.
Ancak bu iç politik motivasyonlu talebin
yerine getirilmesi pek olanaklı değil. Tam aksine emperyalist güçler
Yunanistan’ın »kurtarılması« için daha fazla efor sarf etmek zorunda
olduklarını biliyorlar. Bunun iki temel nedeni var. Birincisi, Yunanistan’ın
borçlarını ödeyememesi durumunda başta Avrupa Merkez Bankası olmak üzere AB
ülkelerinin merkez bankaları büyük zarar görecekler. Bilhassa Almanya’nın
ihracat ve AB’ni şekillendirme politikaları sonucunda, işbirlikçi Yunan
sermayesinin de katkılarıyla iflasın eşiğine getirilen Yunanistan’a kredi açan
büyük mali sermaye tekelleri, AB üyesi ülkelerin borçları üstlenmesiyle riskten
kurtarılmış, ama özel sermaye yerine devlet bütçeleri bu rizikonun altına
sokulmuştu. Yunanistan’ın iflası durumunda AB üyesi ülkeler yüz milyarlarca
zararla karşılaşacak ve bunun faturası da bu ülkelerdeki iktidarlara çıkartılacaktır.
Bu nedenle Syriza-ANEL hükümetinin konkordato ilân etmesine ve böylelikle artık
taşınamayacak devlet borçlarından kurtarılmasına asla izin verilmeyecektir.
Dünyanın önde gelen finans spekülatörlerinin hesapladığı gibi, Yunanistan’a
gene daha fazla kredi açılarak »bombanın patlaması« olanaklı olduğunca uzun bir
süre ertelenmeye çalışılacaktır.
Yunanistan’ın şu an içinde bulunduğu durum,
ülkenin borç batağında daha da derinlere battığını göstermektedir. Bir tarafta
ekonomik büyüme geriler ve hükümet vergi toplamakta daha çok zorlanırken, diğer
tarafta da AB kurumlarının veya IMF’nin kredi kaynaklarına ulaşımı zorlaştırılmaktadır.
Örneğin Syriza-ANEL hükümeti 2015 Mayıs’ında IMF’ye olan 750 milyon Dolarlık
taksit ödemesini, ancak IMF’deki zorunlu mevduat payını çekerek yapabildi.
Haziran’daki taksiti nasıl ödeyebileceği ise meçhul.
Asıl neden jeopolitik
kaygılar
Yunanistan’daki borç krizinin çözülmesi bu
koşullar altına zor görülüyor. Zaten kredi görüşmelerinin AB üyesi ülkelerinin
maliye bakanlarına bırakılmış olması krizi derinleştiren bir faktör, çünkü
maliye bakanlarının yetkileri doğal olarak kısıtlı. Bu nedenle tüm çıkış
yolları tıkandığında AB Devlet Başkanları ve Başbakanları Zirvesinin devreye
girmesi söz konusu olacak, ki F. Alman Şansölyesi Merkel ile Fransa Başkanı
Hollande’ın kısa bir süre önce IMF, AB ve Avrupa Merkez Bankası temsilcileriyle
Yunanistan’ı konuşmak için bir araya gelmeleri buna işaret ediyor.
Yunanistan’ın »kurtarılmasının« iktisadi nedeni bu.
Belirleyici olan ise ikinci neden ve
birincisinden daha ağır basıyor: NATO üyesi Yunanistan’ın Karadeniz ve Akdeniz
arasındaki stratejik konumu emperyalist güçlerin Yunanistan’ı Euro Bölgesinde
tutmasının asıl nedenidir. Gerek AB, gerekse de ABD ve NATO bu jeopolitik
faktörü göz önünde tutarak, Yunanistan’ın Rusya ve Çin’e yakınlaşmasını her
halükârda engellemek istemektedirler. Rusya deniz kuvvetlerinin Akdeniz’e
ulaşmak için geçmek zorunda oldukları Ege Denizi nedeniyle Yunanistan
emperyalist güçlerin vazgeçebileceği bir mevzii değil.
Yunanistan Başbakanı Çipras’ın Rusya’da Putin’i
ziyaret etmesi Berlin, Brüksel ve Washington’da alarm zillerinin çalmasına
yetti bile. İki Ortodoks ülkenin, Yunanistan ve Rusya’nın doğal gaz nakliyatı
temelinde yakınlaşması ve diğer bir Ortodoks ülke olan Sırbistan’ın da
katılmasıyla oluşabilecek bir »Ortodoks İktisat Yayının« oluşması, emperyalist
güçlerin Balkanlar’daki bütün hegemonya planlarına ters düşmektedir. Bu bölgede
Rusya’nın etkinliğinin artması AB ve NATO’nun kabul edebileceği bir gelişme
değil, kaldı ki böylesi bir gelişme Rusya ve Çin’in NATO tarafından
kuşatılmasını öngören »Wolfowitz Doktrinini« tamamıyla boşa çıkartır.
Brüksel’in telaşı
AB ve ABD’nin Rusya’ya karşı uyguladığı
yaptırımlar çerçevesinde Bulgaristan, kendi ekonomik çıkarlarına ters düşerek
Rusya’dan doğal gaz taşıyacak olan »South Stream« boru hattına katılmayı
reddetmişti. Ukrayna’yı kapsamayacak şekilde planlanan »South Stream« boru
hattıyla Balkan ülkeleri üzerinden Avusturya’ya kadar doğal gaz verilecekti.
Rusya bu şekilde, aynı Baltık Denizi boru hattında olduğu gibi, Ukrayna’nın
şantaj olanaklarından ve doğal gaz hırsızlığından kurtulmayı planlıyordu. AB ve
ABD, Bulgaristan’ın katılmayı reddetmesinden sonra bu planın boşa çıkarıldığını
düşünüyorlardı, ancak Putin Türkiye’ye gelerek çok kısa bir sürede Türkiye’den
geçecek bir boru hattı antlaşmasını yaptı ve Ukrayna’yı ekarte etme planlarını
gerçekleştirebileceğini kanıtladı.
Putin ile görüşen Çipras, Yunanistan’ın
Rusya-Türkiye boru hattına katılabileceği sinyalini verdi. Görüşmelerden basına
sızdırılan planlara göre, uzatılacak olan Transanadolu boru hattı Yunanistan
üzerinden geçerek, Sırbistan ve Macaristan’a uzanacak, ayrıca Avusturya’nın
Baumgarten bölgesinde bulunan Merkezi Avrupa Doğal Gaz Dağıtım İstasyonuna
bağlanacak. Planların duyulmasıyla İtalya da projeyle ilgilendiğini ve Güney
İtalya’daki San Foca istasyonunun bağlantıya uygun olduğunu belirtti.
Yunanistan açısından bu proje büyük önem
taşıyor, çünkü Transanadolu boru hattının Yunanistan üzerinden uzatılması,
ülkede 1,5 milyar Euro’luk yabancı yatırımına yol açacak ve sadece boru
hattının inşa süresinde on binden fazla bir istihdam yaratılacak. Bununla birlikte
Yunanistan en az 25 yıl boyunca milyonlarca Euro gelire sahip olacak – eğer
hükümetteki sol-liberaller ve sağ popülistler dik durabilirse. Bu da bir hayli
zor bir olasılık.
Yunanistan’ın Rusya ve Türkiye arasında
kararlaştırılan projeye katılması, Azerbaycan’dan, yani Hazer Denizi
Havzasından Transanadolu boru hattı üzerinden Avrupa’ya doğal gaz naklettirmek
isteyen AB’nin işine gelmiyor. AB Azerbaycan’dan alacağı doğal gazla, Rusya’ya
olan bağımlılığını azaltmak istiyordu. Yunanistan Rusya-Türkiye projesine
katılırsa, AB emperyalistleri iki açıdan zarar görecekler: birincisi,
Yunanistan üzerinden yapılan nakliyat giderleri düşük olacağından, Rus gazı
ucuzlayacak ve rekabet yetisi artacak. İkincisi ise, Azerbaycan Rusya kadar
yüksek miktarda doğal gaz sağlayamayacağından, AB üyesi ülkeleri arasında alım
önceliği Rusya’ya kayacak ve Rus gazına olan bağımlılık artacak. Bu iki
nedenden dolayı da Rusya konumunu güçlendirecek.
O yüzden AB Komisyonu Yunanistan’ın Rusya
ile görüşmeler yapmasına şiddetle karşı çıkıyor. Tam Gazprom şefi Alexej
Miller’in »ortak enerji sorunlarını konulmak için« Yunanistan’a geldiği
günlerde, Nisan sonunda, AB Komisyonu Gazprom’a karşı »AB’nin Ege’deki
borçluları ile yaptığı görüşmelere karışması« gerekçesiyle kartel davası açtı.
ABD’nin »şefkatli«
paternalizmi
Aynı şekilde ABD de Yunanistan hükümeti
üzerindeki baskılarını artırmaya başladı. 8 Mayıs 2015’de Almanya’daki burjuva
basını, ABD’nin »Atina’ya, Rus enerji tekliflerine kanmayın« diye çağrıda
bulunduğunu bildiriyordu. Yapılan yorumlarda ise, »Yunanistan’ın kendi çıkarına
davranmakta güçlük çektiğini ABD’nin gördüğü ve şefkatli bir paternalizmle
yardım etmeye hazırlandığı« görüşü yer alıyordu. Aynı günlerde ABD Dışişleri
Bakanlığının Uluslararası Enerji Sorunları Koordinatörü Amos Hochstein Atina’yı
ziyaret etmekteydi.
Syriza-ANEL hükümetinin üç sorumlu bakanı
ve Yunanistan enerji tekellerinin temsilcileriyle görüşen Hochstein basına
verdiği bir demeçte, »ABD hükümetinin Yunanistan’ın enerji tedarikinin
çeşitlendirilmesi için yardım etmek istediğini« belirtmişti. ABD’nin »enerji
tedarikinin çeşitlendirilmesinden« anladığının, Yunanistan’ın bu konuda
bağımsızlaşmasının engellenmesi olduğunu burada ayrıca vurgulamaya gerek
yoktur. ABD, Yunanistan’ın »tek bir enerji sağlayıcısına bağımlı olmasını
engelleme« gerekçesiyle Rusya ile olan ilişkilerini kesmesini istiyor. Buna
karşın ise Yunanistan’a hayli muğlak alternatifler sunuyor: henüz planlama
aşamasında olan »Trans-Adriyatik-Boru Hattı«
(Yunanistan-Bulgaristan-Enterkonektörü) ve artan biçimde sıvılaştırılmış doğal
gaz (LNG) kullanımı!
Ancak her iki alternatif de Yunanistan’a
hem pahalıya mal olacak, hem de bağımlılığı – özellikle uluslararası sermaye
piyasalarına – artıracak. Kaldı ki hiç biri akut borç krizini çözemeyecek.
Bilhassa sıvılaştırılmış doğal gaz kullanımı, limanlarda LNG istasyonlarının
kurulmasını ve bunların maliyetinin Yunanistan devleti tarafından
karşılanmasını gerektirdiğinden, astarı yüzünden pahalı olacak. Bu nedenle iki
alternatif de Rusya-Türkiye boru hattının Yunanistan üzerinden uzatılmasına hiç
bir biçimde alternatif değildir.
Amos Hochstein Yunanistan’dan ayrılmadan
»yardım tekliflerinin« altını bir de tehditle çizmeyi de unutmamış. ABD Atina
Büyükelçiliği Hochstein ABD’ye dönerken yaptığı bir açıklamada aynen şunları
belirtiyor: »Bay Hochstein Yunanistan’ın Avrupa enerji güvenliği konusunda
önemli rol oynadığını vurguluyor. Ama aynı şekilde Yunanistan yetkililerine,
Rusya ile olası antlaşmaların AB rekabet kurumlarının dikkatini çekeceğini ve
bu adımın Yunanistan’ın enerji ihtiyacı için uzun vadeli çözüm olamayacağını
anımsatmayı da görev biliyor.«
Gerek AB, gerekse de ABD Yunanistan’ın etki
alanlarından çıkmaması konusunda kararlılar. Bu nedenle ne Rusya ile doğal gaz
antlaşmasının yapılmasını, ne de örneğin Çin’in Pire Limanını satın alması
gibi, kontrollerinin dışındaki yatırımları onaylamak istemiyorlar. NATO’da
kararların oy birliği ile alınma zorunluluğu da işin cabası. Sonuç itibariyle
ne olursa olsun, yani Yunanistan’ın borçlarını ödemesine zaman tanınsa da, yeni
kredilerle ülkenin bitkisel yaşamı uzatılsa da, Yunanistan’ın »kurtarılması«
emperyalist güçler açısından jeopolitik bir zorunluluktur.
Omurgasızlık:
Sol-liberalizmin temel emaresi
Borç batağından ve yolsuzluk ekonomisinin
talanından bunalan Yunanistan halkının, »radikal« bir söylemle seçim kampanyası
yürüten sol-liberal Syriza’ya oy vermesi, aslında anlaşılabilir bir tercihti.
Yunanistan’daki kapitalist toplum gerçeği sınıf çelişkilerinin sertleştiği bir
dönemde halkın öfkesinin sadece kapitalizmin sivriliklerini törpülemek isteyen
bir siyasi formasyona kanalize edilmesini kolaylaştırdı. Nitekim kriz
yıllarında halkı yoksulluğa ve işsizliğe terk eden Nea Dimokratia ve Pasok
partilerine duyulan hiddet, uyandırılan »Syriza sorunları çözecek« aldatıcı
umuduyla birleşince, yeni hükümetin kurulması olanaklı oldu.
Ancak çok kısa zamanda Syriza-ANEL
hükümetinin de – tüm kabadayılıklarına rağmen – Yunanistan’ın sorunlarının
temel kaynaklarından birisi olan AB politikalarına sadık kalacağı, hatta bazı
popülist kozmetik rötuşların haricinde emperyalist güçlerin liman ve
havaalanlarının özelleştirilmesi, işçilerin emeklilik koşullarının
kötüleştirilmesi, dolaysız vergilerin artırılması ve sosyal giderlerin
kısıtlanması gibi dayatmalarına boyun eğeceği ortaya çıktı.
Syriza-ANEL hükümetinin AB’ne ayak
diretemeyeceği başından belliydi. Syriza içerisinde farklı devrimci-demokratik
kesimlerin bileşen olarak varlığı ne yazık ki omurgasız ve oportünist politikaların
baskın olmasını engelleyemedi. Tam aksine Syriza-ANEL hükümeti NATO
politikaları ve emperyalist barbarlığın borazanı olduğunu gösterdi. Yunanistan
ordusunun ABD ve İsrail ile işbirliği içinde gerçekleştirdiği askeri
manevralar, Ukrayna’da, Afrika ve Orta Doğu’da uygulanacak NATO planlarına
katılması ve hükümetin, Syriza’nın bazı bileşenlerinin eskiden şiddetle karşı
çıktıkları militarist politikalara yönelmesi, bunu kanıtlamaktadır.
Bir zamanlar Yunanistan Komünist Gençlik
Örgütü KNE’nin, daha sonra Yunanistan Komünist Partisi KKE’nin Merkez Komite
üyeliği yapan, ama bugün Syriza üyesi olarak Dışişleri Bakanlığı görevini
üstlenmiş olan Nikos Kotzias’ın, Antalya’da gerçekleştirilen NATO Zirvesinde
diğer NATO şahinleri ile el ele şarkılar söylemesi, dönüşümün hızını
gösteriyor. Enternasyonal marşını söylediği için Yunan cuntasının zindanlarına
atılmaktan, burjuva hükümetlerinin diplomatlığına, oradan büyükelçi sıfatıyla
AB sözleşmelerini imzalamaya ve en son emperyalizm savunuculuğuna giden yol, televizyon
kameraları önünde militaristlerle el ele şarkı söylemekle sonuçlandı. Bu yol
sınıftan kopup, oportünizm batağına saplanan bir kariyerin ibretlik hikâyesi
olarak da nitelendirilebilir.
Syriza-ANEL hükümeti nasıl AB’nin
neoliberal dayatmalarını uyguluyorsa, aynı şekilde de NATO stratejilerini
uygulamaya devam ediyor ve »cihatçılara karşı mücadele«, »teröre karşı savaş«
propagandasını kullanarak, emperyalist mekanizmanın çarklarından birisi olarak
görev yapıyor. Değil NATO’dan çıkılmasını savunmak, NATO manevraları
çerçevesinde istihbarat uçuşları yapacak savaş uçaklarının modernleştirilmesi
için gözünü kırpmadan 500 milyon Dolar harcıyor ve ABD’ye Ege adalarında yeni
üsler kurması için izin çıkartıyor.
O açıdan Syriza-ANEL hükümetinin Yunanistan
burjuvazisinin, AB’nin, NATO’nun ve sonuç itibariyle emperyalizmin çıkarlarının
savunuculuğuna soyunması şaşırtıcı bir gelişme değil. Kaldı ki Syriza’nın
programına yakından bakıldığında, partinin stratejik yöneliminin tekellere ve
AB stratejilerine hizmet ettiği ve ABD ile stratejik ittifakın sürdürülmesinden
yana olduğu görülebilir. Syriza’nın bugün geldiği nokta, seçimler öncesinde ve
sonrasında Yunanistan Komünist Partisi’nin bu parti hakkında yaptığı
eleştirilerinin haklılığını göstermektedir.
KKE daha hükümet kurulduğu günlerde,
»radikal« söyleme aldanılmaması gerektiğini ve programatik yöneliminin
gösterdiği gibi, Syriza’nın emperyalist dayatmalara dayanabilmesinin olanaklı
olmadığı tespitini yapmıştı. Nitekim muhalefetteyken Ukrayna krizi çerçevesinde
AB’nin Rusya’ya yaptırım uygulamasına şiddetle karşı çıkan Syriza, daha
hükümete gelmesinin üçüncü gününde bu yaptırımların uzatılmasını onaylayarak,
ne denli omurgasız olduğunu kanıtladı.
Aynı şekilde ABD’yi ziyaret eden milliyetçi
Savunma Bakanı Panos Kammenos, hükümetinin emperyalist merkezlere bağlı
olduğunu açıklayarak, »Ege denizindeki enerji kaynaklarını ABD ile ortak
değerlendirmeliyiz« dedi ve ABD’li enerji tekellerini ülkesine davet etti. Tam
da Başbakan Çipras’ın Moskova’ya gittiği günlerde Washington’da bulunan
Kammenos basının önüne çıkarak, »merak etmeyin, Yunanistan rotasını
değiştirmeyecek« diyerek, hükümetinin NATO politikalarından vazgeçmeyeceği
sinyalini verdi.
Yunanistan Komünist Partisi bunun üzerine
31 Mart 2015’de şu açıklamayı yaptı: »Yunanistan hükümetinin bu tür
açıklamaları, kapitalist devlerin jeopolitik çatışmasına rizikolu manevralar
yaparak katılma ve Yunanistan burjuvazisi için olanaklı olan en büyük faydayı
alma çabalarının ifadesidir. Ama bilinen bir sözdür: ‘Filler tepişirken, çimler
ezilir’. Tüm bunlar KKE’nin NATO ve AB gibi emperyalist ittifaklardan
çıkılması, borçların tek yanlı olarak silinmesi, üretim araçlarının ve
emekçilerin ürettikleri zenginliklerin toplumsallaştırılması ve halk ile
iktidarın kurulması yönündeki pozisyonlarının güncelliğini ve zorunluluğu
kanıtlamaktadır. Ancak bu şekilde ülkenin, halka ait olan kaynaklarının halkın
çıkarına kullanılması ve tekellere peşkeş çekilmekten kurtarılması
olanaklıdır.«
Burjuva basınında Syriza’ya karşı
eleştirilerin yükseltilmesi, Yunanistan hükümeti hakkında olumsuz haberlerin
yer alması bizi yanılgıya düşürmemeli. Doğru, emperyalizm ve burjuvazi
sol-liberal bir partinin iktidara gelmesinden dahi rahatsız oluyor, ama onları
hizaya çekmesini de biliyor. Dahası, halkın öfkesini böylesi partilere
akıtarak, işçi sınıfının kendi sınıfsal çıkarlarından uzaklaşmasını ve
sorunların temel kaynağı olan kapitalizme karşı mücadele edilmesini
engelleyebiliyor. Ama şu çok açık, tüm ipler kopsa, borç krizi daha da
derinleşse bile, Yunanistan »kurtarılacaktır«. Bu »kurtarılma« her zaman olduğu
gibi, sermayenin lehine, emekçi ve yoksul kitlelerin aleyhine olacaktır.
Yunanistan Komünist Partisi haklı: kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadele
vermeden, emperyalist ittifaklardan çıkılmadan ve işçi sınıfının iktidarı
kurulmadan Yunanistan düze çıkamayacak, sorunlar çözülemeyecektir. Yunanistan
kanıtlıyor: çıkış yolu ancak sosyalizm ile olanaklıdır!