»Kriz« kelimesi, Yunancada değerlendirme, görüş,
karar verme anlamına gelen »krisis« kökenlidir ve sorunlu, bir dönüm noktasıyla
bağlantılı olan karar verme durumunu tanımlamaktadır. Bu açıdan bakıldığına,
kriz mutlak olarak olumsuz bir anlam taşımamaktadır, çünkü içerisinde yenilenme
ve değişim potansiyellerini taşır. Özünde kriz çoklu kritik durumların
oluştuğu, zor kontrol edilebilen, sübjektif güvensizlik, ivedilik ve tehdit
duygularına yol açan ve genel olarak geleceği belirleyecek gelişmelere gebe
olan bir süreç olarak nitelendirilebilir.
Kriz, tarihin her döneminde egemen
sınıflarca var olanı tehdit eden, verili koşulları tehlikeye sokan kritik bir
durum olarak değerlendirilmiştir. Bu nedenle burjuva medyası kriz dönemlerinde
egemen sınıfların güvencesizlik ve tehdit duygularını toplumun geneline yayma, oluşan
korku ve hiddet atmosferinde kamuoyu görüşünü manipüle etme, krizi köklü
değişim olmadan aşmanın ve eski durumun restorasyonunu sağlayacak koşulların
oluşmasını destekleme yönünde yayın yapar; »hepimiz aynı gemideyiz« veya
»ulusal mutabakat sağlanmalı« propagandasıyla, egemen iktidar ve mülkiyet
ilişkilerinin korunarak, krizin aşılabileceği algısını yayar.
Kapitalist gelişme sürecinin tarihine
baktığımızda, kriz dalgaları yasallığının kapitalizmin yapısal özelliği
olduğunu ve kapitalist üretim biçiminin her defasında krizleri kendisinin
ürettiğini görebiliriz. Egemen sınıf olarak burjuvazi ise krizi aşmak için her
defasında aynı araçlara başvurur: radikal görünen, ama özünde sistemin
sürdürülebilirliğini sağlayan restorasyon tedbirleri, »istikrar« yöntemleri,
bunlara karşı oluşabilecek toplumsal direnci yumuşatacak siyasi ve iktisadi
tavizler, olmadı askeri darbeler, açık faşizm ve sıcak savaş!
Kapitalist toplumlarda burjuva
demokrasileri – her ne kadar sınıf tahakkümünün aracı olsalar da – egemen
sınıflar için büyük önem taşır. Burada anahtar kelime meşruiyettir. Çünkü
meşruiyet, görece demokratik koşullar altında sömürüye gönüllü toplumsal
desteği sağlar, ekonomik refahla birlikte sınıf çelişkilerini törpüleyerek,
hissedilen refahı yükseltir. Ancak Yunanistan ve Türkiye örneğinde gördüğümüz
gibi, oluşan çoklu kriz ortamları egemenlerin meşruiyetini zayıflatmakta,
muhalif kesimlerin aldıkları parlamenter başarılar burjuvaziye geri adım
attırabilmektedir.
Bu nedenle ezilenleri ve sömürülenleri
temsil iddiasında olan siyasi formasyonlara krizleri derinleştirme görevi
düşmektedir. Bu, kaos anlamına gelmez, tam aksine, burjuva demokrasisinin
demokratikleştirilmesi için parlamento içi ve dışı mücadeleyi örme, ezilen ve
sömürülenler lehine olanaklı olan en ileri adımları talep etme ve somut
kazanımları sağlayacak bir siyaset üretme anlamına gelir. Komünistler,
kapitalizm yıkılmadan hiç bir sorunun gerçek çözümüne ulaştırılamayacağı
görüşündedirler. Ama sınıf mücadelesine yeni olanaklar yaratacak, geniş
kesimlerin yaşam ve çalışma koşullarını iyileştirecek, genel anlamda barışı,
demokratikleşmeyi ve sosyal adaleti sağlayacak her adımı desteklerler. Krizden
somut kazanımlar çıkartılabilir. Bunun ise tek yolu vardır: Parlamentarizm
batağına saplanmadan, örgütlü mücadeleyi örmek!