HDP Eşbaşkanı Demirtaş ilk meclis grubu
toplantısında önemli bir konuşma yaptı. Demirtaş, ya da halkın taktığı adla
»Selocan« sevdiğimiz, saydığımız, sonuna kadar dayanışma içinde olacağımız bir
arkadaşımız. HDP ise sahiplendiğimiz, desteklediğimiz bir parti. Tam da bu
nedenle sağlam bir eleştiriyi hak ediyorlar, çünkü önemli bir siyasi yanılgı içerisindeler.
Demirtaş konuşmasında Erdoğan’ın »saraya
bağlı özel gladio örgütüyle darbe yaptığını« vurguladı. Bu tespit Türkiye
solunun bir kısmında da yaygın olan ve her gelişmeyi Erdoğan’la kişiselleştiren
anlayışla örtüşmektedir. Benzer bir görüş, Türkiye’nin »Pakistanlaştığını«
ileri sürmektedir. Bunlar yanlıştır ve kahve falı ile hava durumunu tahmin
etmek kadar anlamlıdır.
Bir kere ne Erdoğan, ne de AKP darbe
yapmıştır. AKP rejimi, 24 Ocak 1980 kararlarıyla uygulamaya sokulan ve 12
Eylül’de askeri cunta ile güvence altına alınan neoliberal rejimin devamıdır.
AKP, yürürlükteki cunta anayasasına dayanarak, belirli bir süre dönüşümün
gereği olarak ara verilen »güvenlik rejimi« konseptine dönmüştür. »Yeni
Türkiye«, AKP’nin kontrol altına aldığı devlet aparatıyla restore edilen eski
Türkiye’den başkası değildir.
İkincisi, gladio kişisel bir örgüt değil,
devletin ta kendisidir. Kontrgerilla yöntemleri devletin sabit araçlarından
birisidir. 1980 sonrası ile arasındaki tek fark, doğrudan seçilmiş bir
Cumhurbaşkanının tasarrufu altındaki karar mekanizmalarınca kullanılıyor
olmasıdır.
Üçüncüsü, son gelişmeler HDP’nin seçim
başarısıyla mevzii kaybeden burjuvazinin bunları yeniden elde etme girişiminin
ifadesidir. Sadece bu da değil, büyük sermaye gruplarının yanı sıra,
emperyalist güçlerin Ortadoğu’daki stratejik çıkarlarının korunmasının da
sonucudur. AKP politikaları bugün AB, ABD ve NATO’nun tam desteğine
sahiptirler.
Dördüncüsü, ülkenin içinde bulunduğu çoklu
kriz ortamından çıkış ve sermaye birikim koşullarının genişletilmesi için
»güvenlik rejimi« uygulamalarına ve militarist tedbirlere gerek görülmektedir.
Bunun içinse geniş bir toplumsal tabana ihtiyaç vardır. Aralarında programatik
olarak pek büyük farklar olmayan AKP, CHP ve MHP belirgin bir blok oluşturmuşlardır
ve gidişat AKP-CHP koalisyonuna işaret etmektedir.
Nihâyetinde, beşincisi, Türkiye »Pakistan«a
dönmemektedir. Ülke metaforu kullanılacaksa, Türkiye’nin »İsrailleştiği«
söylenmelidir. »İsrailleşme«, Sünni-muhafazakâr çoğunluğun yapısal hegemonyası
sayesinde »güvenlik rejimini« ve Apartheid politikalarını meşrulaştıracaktır.
Böylelikle Kürt hareketinin siyasi kanadıyla, başta emek hareketi olmak üzere,
Türkiye solunun marjinalleştirilmesi kolaylaşacaktır. Bugün solun bir kısmına
yönelik operasyonların tüm sola yöneleceği beklenmelidir.
Bunlar meselenin sadece bir kısmı.
Rojava’ya yönelik politikalar, Ortadoğu’da oluşan yeni dengeler, küresel
stratejiler de belirleyicidir, ama bu yazı kapsamında değinemiyoruz. Başka bir
yazıya erteleyerek, vurgulayalım: Yanlış teşhis, yanlış tedaviye yol açar.
Günümüz koşulları altında HDP’ye önemli görevler düşmektedir. HDP en başta
siyasetini doğru analizlere oturtmalıdır. Aksi takdirde yanılgılar, yenilgilere
dönüşür, ki bunun sonuçlarına herkes maruz kalacaktır.