26 May 2016

İnce çelişkiler

ABD ve F. Alman emperyalizmlerinin Rusya ve Çin çelişkileri üzerine
2016 Mart’ında Pentagon’un Doğu Avrupa’ya 4.200 asker, 250 tank ve 1.700 araçtan oluşan bir tank tugayını konuşlandırma kararını alması, Avrupa’daki burjuva basınında tartışmalara yol açtı. ABD böylelikle Avrupa’da üçüncü tugayını konuşlandırmış ve nihâyetinde F. Almanya ve İtalya’dakilerle birlikte toplam 69 bin ABD askeri Avrupa’da görev yapıyor olacak. Pentagon aynı zamanda Avrupa’daki askeri harcamalarını dört katına çıkartarak, toplam 3,4 milyar Dolar’a yükseltme kararını aldı. Ayrıca NATO’nun »Response Force« adı verilen roket savunmasındaki asker sayısı 13 binden 40 bine çıkartılacak ve Polonya’da konuşlandırılmış olan çok uluslu kolordu teyakkuz hâline geçirilerek, Rusya sınırlarında nükleer silah kullanımı simülasyonunu yapacak.

Avrupa’daki, ama özellikle F. Almanya’daki burjuva basınını heyecanlandıran bu haberler, Polonya ve Baltık ülkelerindeki gerici-milliyetçi hükümetleri sevindirirken, F. Alman sermaye kesimleri arasında kaygılı seslerin yükselmesine neden oluyor. Askerî açıdan Avrupa’daki güçler dengesinin NATO lehine olduğu, Stockholm’deki SIPRI enstitüsünün verilerine göre NATO’nun geçen yıl silahlanmaya 862 milyar Dolar harcadığı, ama Rusya ve müttefikleri olan Beyaz Rusya, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın toplam 70 milyar Dolar harcadıkları bir durumda, alınan bu kararların ABD ve NATO’nun Rusya’ya karşı bir savaş hazırlığı içinde oldukları kanısını güçlendirebilir. Mesele sahiden öyle mi?
ABD’nin Pasifik stratejisi temelinde aldığı ve 2020’ye kadar deniz kuvvetlerinin üçte ikisini Pasifik bölgesine konuşlandırma kararını ve Çin Halk Cumhuriyeti’ne yönelik »kuşatma operasyonunun« büyük bir hızla devam ettiğini de düşündüğümüzde, ABD ve NATO’nun dünyanın iki büyük ülkesine karşı açık bir saldırganlık politikasını izlediklerini tespit edebiliriz. Ancak bu saldırganlık politikasının, içerdiği tüm nükleer savaş tehdidine rağmen, kısa vadede Rusya ve Çin’e aynı anda yönelen bir savaşa dönüşme olasılığı pek güçlü değil.
Peki ama, ABD’nin bu adımları hangi anlama geliyor? Avrupalı emperyalist ülkeler, bilhassa F. Alman emperyalizmi ABD’nin adımlarına neden rezervli tavır sergiliyorlar? ABD emperyalizmi ve F. Alman emperyalizminin öncülüğündeki AB’nin bunca örtüşen çıkarlara, dünyanın muhtelif bölgelerinde kimi zaman ortaklaşa, kimi zaman da karşılıklı destekle müdahale ve vekalet savaşları yürütmelerine rağmen bu emperyalist güçler arasında Rusya ve Çin konusunda hangi çelişkiler mevcut, bunların ardında ne yatıyor? Okumakta olduğunuz bu yazıda bu ince çelişkileri irdelemeye çalışacağız.
ABD devlet aklı, Rusya ve Çin
Gazetemizin daha önceki sayılarında yayımlanan yazılarımızda belirttiğimiz gibi, ABD emperyalizmi »Sovyetler Birliği benzeri stratejik rakip olabilme potansiyeline sahip güçleri engellemeyi ve bastırmayı« öngören ve »Wolfowitz Doktrini« adı altında tanınan politikayı devlet aklı hâline getirdi. 1990’lardan bu yana da mütemadiyen dış politikasını bu devlet aklına uygun bir biçimde geliştirmekte ve öncülüğünü yaptığı NATO’yu bu hedefler temelinde biçimlendirmeye çalışmaktadır.
Her ne kadar Rusya’yı »NATO üyesi ülkelerle çerçeveleme« planı, Rusya’nın 2008 Kafkasya Savaşını lehine sonuçlandırması ve güncel Ukrayna krizi çerçevesinde Kırım’ı Rusya Federasyonu topraklarına alması nedeniyle gerçekleştirilememiş olsa da, ABD bu planından vazgeçmiş değildir. Aynı şekilde Pasifik bölgesinde »serbest ticaret bölgesi antlaşmaları«, ortak güvenlik politikaları, Japonya’nın militaristleştirilmesi, Vietnam gibi ülkelerle yakınlaşma vs. üzerinden Çin Halk Cumhuriyeti’ni kuşatma politikası tüm hızıyla devam etmektedir.
Ancak gerek Rusya, gerekse de Çin ABD emperyalizminin bu adımlarını sessizce seyretmemekte, askerî yetkinliklerini artırmakta, etki alanlarını genişletmeye çalışmakta ve gerek emperyalist güçlerin, gerekse de işbirlikçi ülkelerin aralarında olan çıkar çelişkilerini kendi lehlerine kullanmaya çalışmaktadırlar. Özellikle Çin ordusunun modernizasyonuna ve silahlanmaya devasa bütçeler ayırarak, ABD’nin »caydırıcılık« politikasının karşısına kendi caydırıcılık politikasını çıkartmakta, Hinterlandını – örneğin Güney Çin Denizinde dolgularla adalar yaratıp, hava ve deniz güvenlik alanları ilân ederek – güvence altına almaya çalışmaktadır. Aynı zamanda müthiş büyüklükteki Dolar rezervleri ve ABD devlet tahvillerini elinde tutması sayesinde, ABD’nin en büyük alacaklısı olması vesilesiyle, ekonomik »aslarını« kullanabileceğini göstermektedir.
Buna karşın Rusya, NATO’nun Doğu Avrupa’ya genişlemesini ve NATO ordularının Doğu Avrupa’ya konuşlandırılmasını »ülke güvenliğine yönelik tehdit unsuru« olarak görmesine ve üç tümen askeri Batı sınırında konuşlandırmasına rağmen, ABD’nin aldığı son kararları akut savaş hazırlığı olarak algılamıyor. Rus hükümetinin bu yıl orduya ayrılan bütçenin »yüzde 5 azaltılması« ve silahlanma giderlerinde »yüzde 10 tasarrufa gidilmesi« kararlarını bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Bu açıdan Rusya’nın asıl savaş tehdidinin vekalet savaşlarının yürütüldüğü ihtilaf bölgelerinde arttığını düşündüğünü ve Avrupa’daki emperyalist devletlerin – henüz – Rusya ile sıcak savaşa girmekten çekindikleri değerlendirmesini yaptığını tahmin etmek zor değil.
Ama gene de bu durum, dünyayı kasıp kavuracak bir nükleer cehennem tehlikesinin azaldığı anlamına gelmiyor ne yazık ki. Risk değerlendirmesinde yapılabilecek hatalar, bu temelde alınabilecek yanlış kararlar ve atılabilecek irrasyonel adımlar, meşum sonuçlara yol açabilirler. Kaldı ki Doğu Avrupa’daki it dalaşı, Polonya ve Baltık ülkelerindeki gerici-milliyetçi rejimlerin kızıştırmasıyla sıcak savaşa dönüşme potansiyelini içinde barındırmaktadır hâlâ.
F. Alman sermayesinin kaygıları
Avrupa’nın en gerici ve en saldırgan emperyalist gücü olan F. Almanya, ABD emperyalizmi ile olan tüm ortaklığına rağmen, ABD’nin Rusya ve Çin politikalarının kendi sermaye çıkarlarına zarar verebileceği görüşünde. Bu görüşün hakim olmasının ardında F. Alman sermaye fraksiyonları arasında farklı çıkarlara dayanan değerlendirme farklılıklarının yattığı söylenebilir. Bu farklılıkları diğer AB ülkelerinde de görmek olanaklı.
Örneğin Rusya’nın önemli ekonomik partnerlerinden birisi olan İtalya’da, gene Mart ayında Dışişleri Bakanı AB’nin Rusya’ya yönelik olan yaptırımları »tartışmadan« uzatmasının yanlış olacağını açıkladı. Nisan başında ise Avusturya Cumhurbaşkanı Heinz Fischer Moskova’da yaptığı görüşmelerde, ülkesinin »yaptırımların sonlandırılması için çaba gösterdiğini« söylerken, Nisan sonunda Fransız parlamentosu yaptırımların kaldırılmasını talep eden bir kararı kabul etti. Yaptırımların sonlandırılmasına yönelik çağrılar çeşitli F. Alman tekel yöneticisinden de gelmekte. 2012’den bu yana Rusya’ya yönelik ihracat hacminin 38 milyar Euro’dan 22 milyar Euro’ya gerilemesi ve yaptırımların devam etmesi durumunda daha da gerileyecek olması, F. Alman sermayesinin bir kısmını ciddi biçimde tedirgin ediyor.
F. Alman sermayesinin ağırlıklı olarak Doğu Avrupa’ya ihracat yapan fraksiyonlarının öncülüğünde Nisan ayında düzenlenen »east forum Berlin« toplantısında yürütülen tartışmaların odağında »Lizbon’dan Wladiwostok’a  kadar ortak iktisat alanı« fikri duruyordu. Toplantıda F. Alman Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Stephan Steinlein Federal Hükümetin »AB ve Avrasya Ekonomik Birliği arasında teknik standartlar, ticaret kuralları, sınırlar ötesi altyapı ve basitleştirilmiş mübadele işlemleri konusunda görüşmelerin yapılması için çaba gösterdiğini« açıkladı. Aynı şekilde »Alman-Rus Enternasyonal Diyalogları« toplantılarının finansörü olan Hamburg’daki Körber Vakfı da Mayıs başında yayınladığı bir açıklamada, »Avrupa-Rusya ilişkilerinin bir yeni başlangıca ihtiyaç duyduğunu« vurguluyor ve »sadece iktisadî değil, güvenlik konularında da ortak çıkarlar ve somut işbirliği olanakları üzerine görüşülmesinin gerektiğini« belirtiyordu.
TNS Infratest enstitüsünün Şubat sonu-Mart başında yaptığı bir ankete göre, F. Alman toplumunun yüzde 89’u Fransa ve yüzde 81’i Rusya ile sıkı işbirliğinden yana olduğu, yüzde 69’unun Rusya’ya yönelik yaptırımların kaldırılmasını talep ettiği ve önümüzdeki yıllarda F. Almanya ve Rusya’nın yakınlaşmalarını yüzde 95’lik bir kesimin »önemli« veya »çok önemli« olarak değerlendirdiği ortaya çıktı.
Kamuoyundaki bu yaklaşımlar ve bazı F. Alman sermaye gruplarının talepleri, Federal Hükümet üzerinde belirli bir baskı oluşturuyor. Zaten bu nedenle 20 Nisan’da gerçekleştirilen »NATO-Rusya Konseyi« toplantısına F. Almanya öncülük etmişti. Gerçi NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg toplantı sonrasında taraflar arasında »derin ve devam eden farklılıklar« olduğunu vurguladı, ama başlatılan diyaloğun devam edeceğini de söylemekten geri kalmadı.
Askerî-sınaî kompleksin yaklaşımları
F. Alman emperyalizmi bu şekilde NATO ve Rusya arasındaki görüşmelerin devam etmesini sağlayarak, kendisine zaman kazandırdı. İşin ilginç olan yanı, F. Almanya’nın bunu tam da Litvanya’ya konuşlandırılacak olan bir NATO taburuna Alman askerlerinin katılımının kararlaştırılmak üzere olduğu bir anda yapıyor olmasıdır. Ki, bu da rafine bir planın parçası: çünkü NATO ve Rusya arasındaki ihtilafı şüphesiz derinleştirecek olan bu adıma karşı Rusya’nın göstereceği tepki, herhangi bir diyaloğun olmadığı ortamdan ziyade kurumsallaştırılmış görüşmeler ortamında daha kolay kontrol altına alınabilecektir.
Rusya ile olan ilişkilerin »düzeltilmesini« talep eden sermaye fraksiyonlarının taleplerinin yanı sıra F. Alman emperyalizminin »düzen kurucu ve koruyucu dünya gücü seviyesine yükselmesi« hedefini takip eden F. Alman askerî-sınaî kompleksi ise, ABD emperyalizmi ile aynı çizgide ve yaptırımların sertleştirilmesi taraftarı. Şansölye Merkel ile görüşen silah tekelleri burjuva basınının ekonomi sayfalarında yayımlanan haberlere göre, »İran veya Kuzey Kore’ye yönelik ambargolar ve yaptırımlar derecesinde uygulanacak AB yaptırımlarının Rusya’yı dize getirebileceği« görüşündeler. FAZ gazetesinde yer alan bir yorumda bu bağlamda, »Putin muhtemelen bu baskıya bir yıl dahi dayanamayacaktır. O yüzden çatışmacı bir çizgi izlenmeli ve Rus yönetimi üzerindeki baskı dramatik bir biçimde artırılmalıdır« görüşü savunuldu.
Rusya’ya karşı çatışmacı bir çizgi izlenmesi gerektiğini savunan »Transatlantikçiler« ile tersini savunan sermaye kesimleri, söz konusu Çin Halk Cumhuriyeti olduğunda farklı düşünmüyorlar. Çin, gerek askerî-sınaî kompleks, gerekse de ihracatçı tüm diğer sermaye fraksiyonları için devasa ve bakir bir piyasa olarak değerlendirilmekte, F. Alman hükümetinin »iyi ekonomik ilişkileri« ve »işbirliği arayışı« desteklenmekte ve ABD’nin Çin’e yönelik »kuşatma politikasının«, Çin yönetiminin silahlanma ve teknolojik donanım konusunda kendi kaynaklarına yönelmesine yol açtığından, »Almanya’nın ihracat potansiyelini zayıflatabileceği« düşünülmektedir. Ama diğer yandan da ABD’nin Pasifik’e yoğunlaşmasının F. Almanya’ya Avrupa, Akdeniz, Orta Doğu ve Afrika’da »yeni sorumluluklar« yüklediğinden, ABD’nin Çin politikalarının F. Alman askerî-sınaî kompleksi için uzun vadeli hedefler açısından »değerli bir fırsat« sunduğu da düşünülmektedir.
F. Alman dış politikasında belirleyici rol oynayan askerî-sınaî kompleks silahlanmanın hızlandırılmasını ve »Almanya’nın yeni sorumlulukları üstlenebilecek yetiye kavuşturulmasını« hükümet politikası hâline getirebilmiş durumda. »Transatlantikçiler« bu çerçevede »Almanya’nın, Pasifik’e yönelen ABD’nin işini kolaylaştırmak için Avrupa çeperinden Kuzey Afrika’ya, Ortadoğu’dan Merkez Asya’ya kadar olan alanda daha fazla angajman göstermesini« savunuyorlar. Ve nihâyetinde F. Almanya’nın 2000’de 23 milyar Euro tutan yıllık silahlanma bütçesinin 2020’ye kadar yılda 39,3 milyar Euro’ya yükseltilmesini ve ek olarak 2030’a kadar 130 milyar Euro daha harcanmasını hükümete kabul ettirmiş durumdadırlar.
Yok aslında birbirlerinden farkları...
ABD ve F. Alman emperyalizmlerinin arasındaki çelişkilerin özünde emperyalizme içkin çelişkiler oldukları vurgulanmalıdır. Rusya ile olan ilişkilerdeki çıkar çelişkilerinin odağında ise AB’nin ve özellikle F. Almanya ekonomisinin Rusya’nın doğal gaz ihracatına bağımlılığı yatmaktadır. F. Almanya uzun vadede bu bağımlılıktan kurtulmayı planlasa da, hâlihazırda yıllık doğal gaz ihtiyacının yüzde 39’unu Rusya’dan karşılamak zorundadır. Bulgaristan, Finlandiya, Polonya ve Slovakya’nın yıllık ihtiyaçlarının yüzde yüzünü, kimi AB üyesi ülkenin de yüzde 54 ila yüzde 70’ini Rusya’dan karşıladıkları düşünülürse, kaya gazı üretimiyle büyük ölçüde enerji ithalatından bağımsızlaşan ABD’nin Rusya’ya karşı neden AB’den daha çatışmacı bir siyaset izlediği anlaşılabilmektedir. Kaldı ki Rusya ile girilecek olası bir sıcak savaşta ilk önce yerle bir olacak coğrafya Avrupa’dır.
Ancak unutulmaması gereken bir gerçek daha var: ABD emperyalizmi mutlak hegemon konumunda değildir artık. Aksine ekonomik üstünlüğünün yanı sıra, askerî üstünlüğünü de kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. ABD özellikle Çin’e, Japonya’ya ve F. Almanya’ya masif bir biçimde borçlanmıştır. Cari açığı devasa büyümüş, ürün, hizmet ve sermaye ithalatına olan gereksinimi giderek artmaktadır. Gerçi hâlâ iletişim ve nakliyat yolları ile malî piyasaların kontrolünü elinde tutmaktadır ve devasa askerî gücü ile koşullarını dikte edebilmektedir, ancak emperyalist rakipleri, özellikle F. Alman emperyalizmi karşısındaki uzun vadeli trendler inişte olduğuna işaret etmektedir. Bilhassa bu durum ve piyasalar, hammadde ve enerji kaynakları ile etki alanları üzerindeki kontrolünü ve kâr maksimizasyon olanaklarını yitirme korkusu ABD emperyalizmini daha da saldırganlaştırmaktadır.
Dünyanın yeniden paylaşımı üzerine verilen kavgaların asıl arka planı budur. ABD emperyalizmi üstünlüğünü korumaya çalışırken, F. Alman emperyalizmi dünyanın talan edilmesinden daha fazla pay kapmaya, piyasaları, hammadde ve enerji kaynaklarını daha fazla kontrolü altına almaya ve etki alanlarını genişletmeye çalışmaktadır. F. Alman emperyalizmi, ABD’ye karşı olan adımlarını Fransız emperyalizmi ile birlikte ve AB çatısı altında atmakta, ama aynı zamanda da ABD ile birlikte dünyanın diğer bölgelerine yönelik politikaları şekillendirmektedir. İkinci Dünya Paylaşım Savaşı sonrasında ABD emperyalizminin yardımıyla ayakta kalan ve ABD gölgesi altında bugüne kadar güçlenen F. Alman emperyalizmi, şimdi »eşit göz hizasında« düzen kurucu dünya gücü olabilmeyi hedeflemektedir.
F. Alman tekelci sermayesinin iki çatı fraksiyonu, »Avrupacılar« ve »Transatlantikçiler« bu hedefe ulaşmak için, Rusya ve Çin politikalarında görüldüğü gibi, iki farklı strateji izlemektedirler. Ancak aynı hedef için farklı stratejiler izlemek, bu stratejilerin birbirlerinin karşıolumu olacakları anlamına gelmemektedir. Tam aksine, iki strateji de birbirini tamamlamakta, F. Alman tekelci sermayesi ile finans oligarşisinin çıkarlarına hizmet etmektedir.
Öyle ya da böyle, ister ABD emperyalizmi olsun, isterse her iki çatı fraksiyonuyla F. Alman emperyalizmi olsun, dünyanın yeniden paylaşımı, kâr maksimizasyonu, piyasaların ve kaynakların kontrol edilmesi barışçıl yollardan gerçekleştirilemeyecektir. Emperyalist-kapitalist dünya düzeni var olduğu müddetçe, savaş tehlikesi var olmaya devam edecektir. Emperyalistler arasındaki çıkar çelişkileri, dünya çapındaki bir nükleer cehennemi engelleyecek bir ayrım yaratmaz. Aksine, her ülkede işçi sınıfının iktidarı için verilecek mücadele her türlü emperyalist güce karşı verilebilecek en etkin mücadele olacaktır. Emperyalistler arasındaki çelişkileri öğrenmek, düşmanı daha iyi tanımanın, böylece aslî görevlerimizin farkına varmanın yolunu gösterir: Asıl düşmanın kendi ülkelerimizdeki burjuva egemenliği olduğunu görüp, işçi sınıfının iktidarı için savaşım vermenin yolunu. Bu, antiemperyalist mücadelenin olmazsa olmaz koşuludur!

***