AABF’nin »öncülüğünde« düzenlenen
12 Kasım 2016 Köln mitingi eteklerdeki taşların düşürülmesine vesile oldu. O
açıdan »hayırlı« bir sonucu var diyebiliriz. Miting önümüzdeki dönemde daha
geniş tartışmalara yol açacaktır, ancak sorunu sadece »bir kaç yönetici« veya
»kendini bilmez gençlerin bayrak ısrarı« çerçevesinde bırakırsak, asıl
meselenin gün yüzüne çıkmasına yardımcı olamayız. O nedenle yol ayrımına
gelinen bugünde bazı soruları açıkça sormak ve net yanıtlar vermek
gerekmektedir.
Öncelikle asıl sorulması gereken
soru, AABF’nin 5 Kasım’da yapılan eylemlere, konuşmacı olmak dışında, neden
kurumsal olarak katılmayıp, 12 Kasım’da kendi mitingini düzenlemiş olduğudur.
Ayrıca 12 Kasım mitinginde F. Alman devletinin dahi karışmadığı Öcalan
bayraklarının taşınmasının Demokratik Güç Birliği Platformuyla ilişkileri
askıya almanın asıl gerekçesi olup olmadığı da sorulmalıdır. Aslına bakılırsa,
bazı iyi niyetli yöneticilerin haricinde Alevi derneklerinin ne kadarının güç
birliğine sahip çıktığını sormak da yanlış olmayacaktır.
Birbirimizi aldatmaya hiç gerek
yok. Salt iyi niyet de yeterli değildir, çünkü bilindiği gibi »cehenneme giden
yollar iyi niyet taşlarıyla döşelidir«. 12 Kasım’da ortaya çıkan durumun
ardında yatan temel mesele Alevi örgütlenmelerinin yapısal sorunları ve aynı
zamanda kitleler arasındaki sınıf farklılıklarıdır. Açık söylemek gerekirse,
sorun »imparatorluklarını« kurmuş, tuzu kuru, F. Alman devletinin proje
bütçelerinden pay kapmayı siyaset zanneden, yeri geldiğinde »Cem evinde siyaset
yapılmaz« diyerek, ayrımcı siyasetin daniskasını yapan, »hassasiyet«
safsatasıyla latent ırkçı tavırlar alan ve Alevi felsefisinin özünden çoktan
uzaklaşmış küçük burjuva kimi yöneticiler ile, kirli savaşın mağduriyetini,
ayrımcılığı, mülteciliği, katliamları ve kriminalize edilmeyi her gün bizzat
yaşayan, göçmen toplumunun en altlarına itilen yoksul Kürt gençleri arasındaki
sınıf farkı sorunudur.
Avrupa Alevi Hareketi adına
yapılan açıklama, devletlerden icazet almaya odaklanmış, ortak çalışmaya olan
gönülsüzlüğünün üstünü örtmeye yarayan gerekçelerden başka bir şey ifade
etmeyen laf salatasıyla doludur. Özellikle birlikte olmaktan bahsedip, »illegal
örgütlerle ilişkilendirilmeye müsaade edemeyiz« denilerek, Alevi kıyımlarının
sorumlusu olan devletin ağzıyla konuşmaktan ibarettir. Dahası, bu artık
»düşkünlük« mertebesindeki bir yaklaşımdır.
Devrimci hareketler
meşruiyetlerini devletlerden değil, halklardan alır. Öyle olmasaydı, bugün
Alevi hareketi var olamazdı. Görüldüğü kadarıyla kimi yöneticiler tarihten hiç
bir şey öğrenememişler. 1996 yılında bazı yöneticilere, »böyle davranırsanız,
Milli Görüşün aynadaki resmi olursunuz« demiştik. Maalesef öngörümüzde haklı
çıktık. Şimdi devrimci-demokrat Aleviler şapkalarını önlerine koymalı ve yol
ayrımında olduklarını görmelidirler: Ya devlet ağzıyla »Alevicilik« yapmaktan
başka bir yolu tanımayanların, ya da Kerbela şehitlerinin kararlılığıyla faşizme
karşı mücadeleyi tüm varlıklarıyla vermeye hazır olanların yanında
olacaklardır. Tarih acımasızdır. Tarih sayfalarında nasıl anılacağına herkes
kendisi karar verecektir.