Erdoğan haklı: AP’nun aldığı
müzakereleri dondurma kararının herhangi bir kıymet-i harbiyesi yok. Aslına
bakılırsa alınan »karar« AB Komisyonuna yönelik bir öneri, yani Komisyonun
alacağı kararlar için bağlayıcı değil. Gene de siyasî değeri iki taraf için
yüksek. AKP rejimi bağlayıcılığı olmayan parlamento önerisini, »Avrupa bizi
istemiyor« retoriği ile AB’ni günah keçisi gösterip, kendi çıkarlarını kollamak
ve asıl ihtilafların üstünü örtmek için kullanacak. F. Alman emperyalizminin
patronajı altındaki AB ise, öneriyi yeni bir »şartlı rehin« olarak AKP rejimine
yönelik dayatmalarını güçlendirmek için kullanacak ve aynı zamanda Türkiye’deki
diktatörlük sürecine karşı tepki gösteren Avrupa demokratik kamuoyunu
»demokratikleşme için yaptırımlar« görüntüsüyle rahatlatacak, AKP ile işbirliği
nedeniyle AB hükümetlerine yönelik tepkileri zararsız bir yöne kanalize
edebilecek.
O açıdan gerek AKP rejimi,
gerekse de AB’nin emperyalist güçleri AP’nin »kullanışlı aptal kararından«
memnunlar. Çünkü hem iç kamuoylarına yönelik siyasetlerinde, hem de karşılıklı
çıkar kavgalarında kullanabilecekleri yeni bir araca sahip oldular. Bu nedenle
burjuva medyasında yer alan yorumlara veya Türkiye’deki liberallerin
gözyaşlarına kanmamak gerekiyor. Aynı şekilde, AP’nun kararı sonucunda
Türkiye’deki gidişatın durdurulabileceği umutlarına da!
AB ve AKP rejimi arasındaki
ilişkilere baktığımızda ise işbirliğinin azalmadığını, aksine derinleştirilmeye
çalışıldığını görebiliriz. AB Komisyonu, değil müzakereleri dondurmayı,
AB-Türkiye Gümrük Birliğini genişletme planlarından dahi vazgeçmeyi düşünmüyor.
Burjuva medyasındaki yaygaraların çıkardığı toz duman hâlâ durdurulmamış olan
Gümrük Birliğini genişletme görüşmelerini görünmez kılıyor.
AB gerçekten AKP rejimine geri
adım attırmayı düşünseydi, Türkiye’nin yumuşak karnına, yani Türkiye
ekonomisinin bel kemiği olan Gümrük Birliğine darbe vuracağı sinyalini verirdi.
Böylesi bir adım rejime anında diz çöktürebilir, çünkü zaten döviz
piyasalarındaki fırtına nedeniyle zor durumda olan Türkiye ekonomisinin
çöküşüne yol açabilir.
AKP, AB’nin bu adımı atmayacağını
biliyor. AB de, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye olma söylemlerinin içi boş
safsata olduğunu biliyor. Kaldı ki tüm ithalatı ve ihracatı, üretimi ve en
küçük tamirhanelere kadar bütün sanayisi Batı ürünlerine bağımlı olan bir
ekonominin AB’ne şantaj yapmasının, »rüzgâra karşı işemek« kadar anlamlı
olduğunu Ankara’da da, Brüksel’de de bilmeyen yok.
Türkiye’nin özgür, barışçıl,
demokratik, müreffeh ve eşit haklı bir geleceğe kavuşması ne AB’ne, ne de
Şanghay İşbirliği Örgütüne üye olmasına bağlıdır. Böylesi bir geleceğin ilk
adımı ancak tüm muhalif kesimleri içeren ve en başta Kürt sorununun barışçıl,
adil çözümünü hedefleyen geniş bir toplumsal ittifakın kurulmasıyla
atılabilecektir. Tarih defalarca kanıtlamıştır: ezilen ve sömürülenlerin
ittifakı karşısında ne despotik rejimler, ne de emperyalist güçler ayakta
kalabilmişlerdir. Önemli olan kâğıttan kaplan olan bir parlamentonun alacağı
kararlar değil, ezilen ve sömürülenleri temsil ettiğini iddia edenlerin
birleşik mücadele iradesini gösterebilmeleridir.